
Magnetohydrodynamics (MHD), basitçe, çok güçlü bir mıknatıs kullanılarak iyonize denizsuyu moleküllerini bile itebilecek bir manyetik alan yaratabilmek demektir.
Bir çoğumuz bu kelimeyi ilk defa The Hunt for Red October filmi ile kelime haznemize kattık. Bu denizaltı filminde ruslar Red October (kızıl ekim) isimli bir denizaltıda bu zamana kadar eşi benzeri görülmemiş bir itiş sistemi kullanıyorlardı. Gerekli gördüklerinde pervanelerini susturup Caterpillar adını verdikleri bu sistemi açıyor ve adeta suyun altında yok oluyorlardı. Peki bu yöntem gerçekten amerikan sinemasının bir abartısından mı ibarettir? Tamamiyle bir kurgu bilim midir buna bir bakalım.
MHD, 19. yüzyılın sonunda yaşamış hollandalı fizikçi Hendrik Lorentz'e kadar uzanır. Yaratılan çok güçlü bir elektrik akımı, iletken bir sıvı olan denizsuyunu itebilecek manyetik alanı sağlayabilmektedir. Süper iletkenlerin kullanımına kadar böyle bir manyetik alanın yaratılması hayal iken artık mümkün olmuştur. Süper iletkenler, sıfıra yakın elektrik direncine sahip olduklarından ısı kayıpları çok çok düşüktür. Bu da teorik olarak bir denizaltıyı düşük de olsa belli bir süratle itebilecek kadar manytik alanı oluşturabilmeyi mümkün kılar.
Sistemin tasarımı ise şöyledir. Bir itici (thruster) içinde manyetik alan yaratılır ve bu manyetik alanın sonucunda iticiye giren su çıkıştan hızla itilir, bu hızla itme de aynen su jetinde olduğu gibi newton'un üçüncü yasasına uygun olarak iticinin bağlı olduğu kütleyi ivmelendirecektir. Sözkonusu manyetik alanın yaratılmasında önceden sıvı helyum kullanılmakta iken artık sıvı azot ile süper iletken özellik kazandırılan malzemeler (ibm zürih laboratuarları) deniz araçlarının sevk sistemlerinde kullanılmak üzere çok çekici hale gelmiştir.
Bu konuyla ilgili önde gelen çalışmalar Japonlar tarafından gerçekleştirilmiştir. 1987'de başlayarak 1991 yılına kadar 31 milyon dolar bütçeye sahip Yamato ı isimli 30m'lik tekne %4 verilmi bir mhd sistemi ile çalıştırılmış ve 8 knot sürate ulaşmıştır. Her biri 24cm çapında altı nozula sahip iki itici kullanmaktadır.
Buna ek olarak Amerikalıların David Taylor araştırma enstitüsünün Textron Defense Systems firması ile yaptığı ve 9100 tonluk bir denizaltıyı 30 knot ile sevk etmek üzere yaptığı bir çalışma ve konuyla ilgili uzmanlardan Daniel Swallom tarafından mayıs 1991 yılında Naval Engineers Journal'da yayınlanmış ödüllü bir makale bulunmaktadır. Bu ödüllü makaleye rağmen amerikan donanması 1993 yılında bu çalışmayı tamamen durdurmuştur.
MHD sistemi gemideki pervane, şaft, dişlikutusu gibi büyük yer kaplayan ve temel gürültü unsuru olan birçok sistemi elimine ederek yerine sessiz ve çok daha az yer kaplayan bir sevk sistemi koymayı taahhüt eder ancak bunun yanında iki adet çok önemli, aşılmayı bekleyen sorunu da yanında getirir. Bunlardan birincisi yüklü elektrotların çeperinde oluşan klorin gazının hipoklorin ve ardından hidrojene dönüşmesi ve bu baloncukların patlayarak tıpkı kavitasyon yapan bir pervane gibi, başka denizaltıların pasif sonarlarıyla tesbit edebilecekleri bir gürültü meydana getirmesidir. İkinci önemli sorun ise suyu itmek için üretilen manyetik alanın, denizaltı tesbitinde kullanılan manyetik anomali dedektörleri tarafından kolaylıkla algılanabiliryor olmasıdır. Uzmanlar her ikisinin de çaresinin olduğunu söylemektedirler.
Daha iyisi bulunana kadar en iyisi olarak akıllarda yer etmiş MHD sistemi üzerine bugün birçok üniversitede çalışmalar gizli veya alenen sürdürülmektedir. eğer yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanırsa nasıl ki pervanenin icadıyla kürekli gemiler kaybolduysa, pervaneli ve sujetli gemiler de yerlerini mhd'li gemilere bırakacaktır.
vilnius vastavnic
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder