30 Ocak 2011 Pazar

Die Technische Universität Yıldız //

ön not: universitat kelimesinin artikeli aslında 'der' dir, der Universitat Bielefeld, der Universitat von Bernoulli gibi. ancak burada nitelenen isim, teknik üniversite [technische universitat] olduğu için, 'die technik' kelimesinin artikeli olan 'die' kullanılmaktadır.

ön not 2 : universitat kelimesinin artikeli 'der' değil, 'die' dir. sadece 'dativ' olduğunda ufak bir değişim olur. her şeyi doğru bilmiyorsun google.




hayatımın 4 yılını geçirdiğim okul. her okul gibi kendi jargonu oluşmuştur, bunlardan bazıları,

yerleşim: bir yıldızlı için hayat, genelde tonoz, orta bahçe, fakülte binası, mimarlık önü, beşiktaş ve taksim arasında geçer. konumu itibariyle istanbul un ortası sayılabilecek bir noktada olduğu için her yere yakındır, her yerden ulaşılabilir. tonoz, kampüsün merkezindedir, etrafında a,b,c, t bloklar ve mimarlık binası ile çevrilidir. orta bahçe ile tonoz arasında süs havuzu, atatürk büstü ve birkaç çardak vardır. iktisat ve işletme fakültesi kampüsün aşağı kısmında, güzel sanatlar ile karşılıklı olarak bulunur



tonoz: yıldız, tonoz demektir, tonoz da yıldız. okulda herhangi bir tanıdığa rastlama olasılığının ya da aradığınız bir kişinin bulunma olasılığı en yüksek yer, tonoz kafedir. genelde okulun sosyal yönden daha aktif, gelir durumu daha iyi olan öğrencilerinin, sol/sağ grupların ve kulüplerin buluşma noktasıdır. kampüsün öğrenci yoğunluğu olarak tam ortasında yer alır, tonoz burger i, harala gürelesi ve kargaşası ile bilinir.


kış bahçesi: tonoz un arka tarafındaki kapalı alandır. yazın ölümüne sıcak olur, kışınsa kalabalık. pek tutulan bir yer değildir, çünkü masaları tek parça ve uzundur. oturması, kalkması zahmetlidir



orta bahçe: tonozdan 1 dakikalık yürüme mesafesindedir. genelde okulun ortalama öğrenci tayfasının takıldığı bir yerdir. tonozdan daha sıcaktır, daha geniştir. süs havuzundan başlar, yemekhane ve cep sinemasına inen merdivenle biter. okulun en rahat yerlerinden bir tanesidir. çayı güzeldir, hele vizeden sonra oturup geyik yapması çok zevklidir. tonoz ile arasındaki en önemli fark, tonozda sürekli bir kalabalık var iken, burada bir sakinlik, bir rahatlama söz konusudur. istanbul ile izmir arasındaki fark kadardır, bu ikisi arasındaki fark.



mimarlık önü: makine, elektrik, elektronik, gemi inşaat mühendisleri için son derece önemli bir kavramdır. çünkü okulun mimarlık fakültesi, bu bölümlerin bulunduğu a,b,c ve t bloklardan ayrı, kampüsün kuzey yakasında konuşlanmıştır. önünde güzel, karolarla kaplı bir bahçesi, bankları ve gayrı resmi bir voleybol sahası bulundurur. burada default bir birinci sınıf mühendislik öğrencisine rastlamanız son derece olasıdır, zaten etrafa attıkları ürkek bakışları, ellerindeki kocaman çizim çantaları ile diğerlerinden ayrılırlar (mimarların elinde genelde silindir şeklinde çantalar vardır)

yemekhane: orta bahçe den merdivenle veya araç kapısından yukarı yürüme yolundan ulaşılabilir. genelde kuyruk olur, 2 ye doğru yemekler biter. kendine has bir akbil hizmeti ile çalışır, önce gidip akbilinizi doldurur, sonra gişeden geçer gibi akbiliniz basıp yemekhaneye girersiniz. (önemli not : her yıldız öğrencisi, acaba yemekhanede akbille aktarma yapabilir miyim sorunsalını yaşar. cevap, yemekhane için doldurduğumuz akbiller, okulun kendi hizmetidir, belediyeyle alakası yoktur, o yüzden kimseye bunu sormayın, rezil olursunuz, üst sınıflar baya dalga geçer)



cep sineması: yemekhanenin karşısındadır. dağcılık kulübü ile aynı binayı paylaşır. yıldız sinema kulübü, türkiye nin en aktif üniversite kulüplerinden birisidir, hemen her ay, özel gösterimleri olur, her sene kısa film festivali olur, şenliklerde özel aktiviteler yapar. güzeldir yani, gidin üye olun. dağcılık kulübü her yıl mimarlığa tırmanıyor diye bir efsane vardı, şahsen ben görmedim ama mount blanc e falan tırmanmışlar, hatta zirvesine tytü bayrağı dikerken çekilen bir resimleri bile var.

t/a blok fotokopiler: kampüste iki tane fotokopici vardır. bunlardan t blok daha işlevsel ama genelde çok daha kalabalıktır. özellikle vize-final haftalarında bazen adım atacak yer bulunmaz. a blok fotokopide sadece 2 tane fotokopi makinesi bulunur, ama alt katında seri fotokopi için özel bir bölümü vardır. çok sayfa çektirecekseniz a blok, sayfa sayınız az ise t blok ideal tercihtir. bir ek bilgi daha, t blok fotokopide avea ve vodafone hatlar bazen çekmeyebiliyor, turkcell de sorun yok. yani orta bahçe ye gittiğinizde 'lan bana çektirmedin mi, mesaj attım lan' gibi cümleler duyabilirsiniz.



hümayun bahçe: okulun şenlik alanıdır. küçük göründüğüne bakmayın, 10.000 kişiye yakın öğrenci aldığı görülmüştür. normal zamanlarda fuar, tanıtım falan olduğunda kullanılır, çoğunlukla boştur. en önemli noktası, içeriden tırmanılabilen, dışarıdan ise 2.5 metre yüksekliğinde kot farkı bulunan duvarlarıdır. sarhoş kafayla konserden hızlı çıkış üstlerine tırmanılmaması, tırmanıldıysa da bir zahmet düşülmemesi tavsiye olunur

basket sahaları: iki tanedir. sportif yaşam gibi bir amacınız varsa, kullanabilirsiniz. şenlik zamanı eğlence ıvır zıvırlarını buraya yığarlar, trambolinde zıplayabilir, solo konser verebilir ya da minderlerde takılabilirsiniz. normal zamanlarda mutlaka burada basket oynayan gençler görülür. içlerinde bazı yarma arkadaşlar bulunabilir.




rektörlük: çok işiniz düşmez buraya. hatta hiç düşmez hemen hemen. sırf gidiş yolu güzeldir diye yazıyorum, yoksa abdülhamit in bilmem ne sarayı olması ve tarihi eser kapsamında olması dışında bir özelliği yoktur. ama rektörlüğe giden yol hakkaten güzeldir, ağaçlarla kaplı, taş döşeli son derece romantik bir ortam vaad eder.

şelale: rektörlüğe giden yolda, sol tarafta kalır. etrafında güzelce çim alanlar vardır. genelde şenliklerde kız arkadaş ile takılınacak sakin ortamlardan bir tanesidir. şelale genelde vanası kapalı durur, yani küçük bir göl ve yükseltiden ibarettir. bu vananın yeri, öğrenciler arasında efsane olarak gezer, herkes farklı bir yeri söyler, çünkü yönetim sürekli yerini değiştirmektedir. vanayı bulup açtığınızda, okulun belki de en sakin, en huzurlu ve sevgili ile takılması en güzel yeri haline gelir.

oditoryum: t bloğun arka tarafında, akışkanlar mekaniği lab ına giderken sağda kalır. konserler için falan kullanılır.

bloklar arası geçiş: yıldız ın en önemli özelliklerinden bir tanesi, t,a,b,c blokları arasında, bahçeye hiç çıkmadan yolculuk yapabilirsiniz. t blok en üst kattaki mavi köprü, sizi a bloğa, a bloktaki merdivenler sizi b bloğa, b lok zemin kattaki giriş de sizi c bloğa bağlar. öğrenmesi kolaydır, tuvaletler arası geçişlerde baya zaman kazandırır.

dersler: zordur ama arka kapı her zaman bulunur. bazı dönemler okulda bir öğrencinin anasını ağlatma festivali düzenlenir, bütün bölüm hocaları ağız birliği etmişcesine öğrenci bırakırlar, sizin bölümünüze denk gelirse üzülmeyin, yapacak bir şey yok, emin olun herkes o dertten muzdariptir. küfür edin, geçin.


hocalar: iyidir, güzeldir. gemi inşaatta, nurten vardar ve ismail bayer, en kral hocalardır.nurten hocanın tersi çok pistir, hem öldürür, hem süründürür. gazabından çok öğrenci korkar ama normalde dünya tatlısı bir insandır.

ve son olarak usis: ders seçim sistemidir. açılımı uğraşma seçemezsin istesende silemezsin veya utanmasam sisteminizin içine sıçardım olarak geçer. her dönem bir kere bunun başında sabahlayacaksınız, kabul edin. exlorer ile girmeyi denemeyin, opera veya chrome çok daha iyi sonuç verir.



her şeyden öte, yıldız türkiye nin en iyi devlet okulları listesinde ilk 5 e, mühendislik için ise ilk 3 e çok rahat girer. eşeklik etmeyip derslerine gerektiği kadar asılan bir öğrenci mezun olduğunda hiçbir itülü, odtülü, boğaziçiliden aşağı kalır durumda değildir, hatta saha tabanlı olduğu için bazı noktalarda ileridedir bile. kedilerin öğrencilerle mutualist bir yaşam sürdüğü, okunabilecek en güzel okullardan birisidir.

29 Ocak 2011 Cumartesi

der Faschismus //




"... türk politik-askeri kurulu düzeni, avrupa'nın liberal demokrasisini benimseme konusunda pek olumlu işaretler veriyor denilemez. bunun yerine, onlar cumhuriyet'in ideolojisine ve yapısına yapışmayı tercih ediyor. bu, avrupa'nın faşist dönemlerinde yaşamış olan atatürk'ün hatası değildi elbette; ancak şaşırtıcı bir biçimde onun takipçileri bugün kendilerini türk anayasasından hâlâ var olan otoriter unsurların içine gömüyor, bırakıyor: silahlı kuvvetlere üstünlük tanıma, katı ceza kanunu, yoğun milliyetçilik, saldırgan laiklik, ifade özgürlüğü eksikliği, aşırı merkezcilik, azınlıkları cezalandırma, yargıyı lekeleme, abartılmış legalizm ve kişileri kültleştirme. bu, atatürk'ün anısına haksızlıktır, onun aşırı sadık destekçileri hâlâ türk vatandaşını devletin bir uşağı olarak görüyor -aslında bunun antitezi savaş sonrası batı avrupa demokrasisidir."

andrew duff - financial times

22 Ocak 2011 Cumartesi

Die Liebe //



yüzyılın en büyük pazarlama silahlarından birisine dönüşmüştür.

aşkı anlatan kitaplar, yazılar, şiirler, sözler o kadar çok ki, artık hiç bir anlamı olmadığı, var olan dokusunu yitirdiği söyleniyor. aşk, o kadar ulaşılmaz, o kadar başka bir şeydi ki, herkes ona ulaşmak ister, herkes ona sahip olmak isterdi. uğruna çöller aşılan, saraylar basılan, kiliseler kurulan, dünyalar yıkılan bir şeydi. sahip olamayanların gıptayla baktığı, ona ulaştıkları günün hayalini kurduğu bir şey. kolay mı, bir ömür çöllerde kaybolmuş mecnun leyla için, en sonunda leyla ona geldiğinde 'hayır, sen benim leyla'm değilsin' dedirtebilmiş ona. insanı tamamen kör edebilen, nefesini kesen bir şey. açıklanamayan, adı konamayan. işte bu yüzden aşk a sahip olmak, ''o'' olmak sadece şanslı kişilerin sahip olabileceği bir şeydi.

artık aşk, herkesin ulaşabileceği, sahip olabileceği bir şey haline geldi. kaybedecek hiç bir şeyi olmayanlar, hayatın zerresini tatmamışlar 'aşığım ben, onun için her şeyden vazgeçebilirim' gibi cümleler kurmaya başladılar. birilerinin 40 yıl, 50 yıl koyunlarında sakladığı, ağaçların gövdelerine kazıdığı kelimeler, facebook iletileri olarak paylaşılmaya, 2 haftada 1 değiştirilmeye başlandı. bir yanda biribirilerine 'seni seviyorum' demek için on yıllarca beklemiş olanlar varken, her önüne gelene 'seni seviyorum bebeeem' diyebilenler türedi. aşk, o parıltılı mücevher, herkesin diline doladığı ama kimsenin anlamını bilmediği bir taşa döndü. ağzından çıkan kelimelerin ağırlığının farkında olmayanlar, aşkı tanımlamaya, onu 'aşkım nabeeeerr' gibi cümlelerin içine sığdırmaya başladılar, oysa ki aşk, adamı yataklara düşürür, yeme-içme den kestirir, pranga gibi boğazına sarılırdı. 'lâl oldum ben' diyebilirdin sadece, saçmalar, dibe vurur, o'nun karşısında ellerin titrer, gece aklına geldiğinde uyutmazdı bir zamanlar. şimdi aşıksan başka bedenlerde onun kokusunu arayabiliyorsun, unutman değil bir ömür, bir yıl, bir hafta bile sürmüyor kimi zaman. yeniden aşık olmak bile bir kaç güne sığdırılıyor, bir zamanlar uykusuz geçen günleri saydığın duvardaki takvimin, artık ''skor''larını hatırlatıyor kimilerine. insanlar aşık olmak istiyor, fütursuzca, ne demek olduğunu bile bilmeden, getirilerinden, fedakarlıklarından, onun o müthiş ağırlığından haberleri bile olmadan...

işte biz, ne zamanki aşktan korktuk, onun gücünden aklımız başımızdan gitti ve aşkı herkesin ulaşabileceği, defalarca yaşayabileceği bir şey yaptık, seksten ibaret bir şey haline getirdik, o zaman kaybettik onu aslında. onun ağırlığını taşıyamayacaklar da onu tatsın diye aşkı küçülttük, bütün evrene sığmayacak aşkı, bir msn iletisine sığabilecek hale getirdik ya biz, o zaman aslında bir daha asla bulamamak üzerine kaybettik onu.

saatlik sevişler, sahte gülüşler, yapmacık sevişmelerle dolu dünyada, kirletilmemiş bir aşka sahip bir insanı kıskandığım kadar kimseyi kıskanmadım. yıllar geçtikçe, aşk anlamını biraz daha kaybettikçe, dinlediğim hikayelerin, masalların, hayatların sadece birer yanılsama olduğu düşüncesi ele geçiriyor aklımı, düşüncelerimi, kalemimi. insanların korkularının ne kadar güçlü olduklarını anlıyorum.

die liebe ist ein wildes tier,
sie beisst und kratzt und tritt nach mir.
hält mich mit tausend armen fest,
zerrt mich in ihr liebesnest.
frisst mich auf mit haut und haaren
würgt mich wieder aus nach tag und jahr.
lässt sich fallen weich wie schnee,
erst wird es heiss dann kalt, am ende tut es weh.

13 Ocak 2011 Perşembe

Roadside Bar//



ikinci pakete geçme zamanı geldi artık.

yüzünden başlasam gitmeye uzaklara, duymasam kimseyi
sonu olmasa ummadık rüyalarda, eksilse yokolsa bile değer
bir gün kendimi bırakıp, sana anlatsam ne olduğunu
neden sözleri yuttuğumu, gerisi zaten gözlerinde
lütfen beni hemen uyandır, ya da hep öyle bak yüzüme
ne kork benden ne uzaktan dinle, lütfen beni uyandırma
sesim kısılsa, korkmasam karanlıktan, en baştan başlasam
anlamsız sözlere artık hiç bulaşmadan, beklesem yanında
lütfen beni hemen uyandır, ya da hep öyle bak yüzüme
ne kork benden ne anlatmamı iste, lütfen beni uyandırma

7 Ocak 2011 Cuma

This is the Last Time//


bu son kez diye başlar ama bir veda parçası değildir aslında.

yalanların, kandırmaların olduğu bir dünyada, hepimiz bir hayalin peşinden gidiyoruz kendimizce, gerçekleşeceğini bilmediğimiz bir hayalin. yalanlarımız var hepimizin, kendimize söylediğimiz, o kadar ki, artık inandığımız yalanlar. ''mutluyum ben, bütün bunlar gelip geçecek'' diyoruz kendimize, affedilmeyi, affetmeyi diliyoruz. hayattaki gerçekler ve yalanlar birbirine o kadar karışmış ki, neden hata yaptığımızı düşünmüyoruz bile. gece olup her şey sessizleştiğinde, fısıltıları duymamak için bir o yana, bir bu yana dönüp duruyoruz. kendi aklından korkar mı insan, kendi düşüncelerinden. su yüzüne çıkan yaşanmışlıklardan, hatıralardan. ne kadar çalışsa da, düşünmemeye çalışsa da, kendinden kaçamıyor. geçmiş, peşini bırakmayan bir hayalet gibi geliyor ardından. kayaların ardına saklanan bir gözcü gibi. görmediğin zaman bile, duymadığın zaman bile, hissediyorsun. söylediğin sözleri, gittiğin yolları, uykusuz kaldığın geceleri, güneşten kaçarak geçirdiğin gündüzleri. aklını yıkayabilse insan, bütün kötü anıları silebilse, geçmişe baktığında hep iyi anıları hatırlasa, bu sayede geleceğe de umutla bakabilse. herkesi kandırdığını zannederken aslında kendini kandırdığını farkediyor. emin olmadıklarından ihtimaller doğuyor, hayatındaki olmazlar ve olacaklar, bir sis bulutu gibi önünü kapatıyor. yaşamak için hazırlandığın yıllar boyunca, aslında hayatını çoktan tükettiğini görüyorsun en sonunda. geçen yıllar, her şeyi düzeltmiyor dediği gibi, sadece üstünü kahverengi toprakla örtüyor. her düşen göz yaşında, hayatına giren her insanın ayak izleri kalıyor üzerinde. umursamadığını biliyorsun, ama kendini kandırdığının da farkındasın. çemberin etrafında dönüyorsun sadece. yeni izler, yeni göz yaşları. yeni arkadaşlar, sevgililer, geçiyor. sen ortasında kalıyorsun. yüzünde ufak bir sırıtışla, göz pınarların ıslak.

the last time
you fall on me for anything you like
your one last line
you fall on me for anything you like
and years make everything alright
you fall on me for anything you like
and i know i don't mind

1 Ocak 2011 Cumartesi