

...ve şimdi reddettiğin şeyi açık seçik anlayacaktın: yüzün sen değilsin!
sabahları geç kalkmaya başladım bir kaç gündür. aslında hiç uyumuyorum desem yalan söylemiş olmam, kahveyi azaltmama rağmen, sabahı buluyorum bazen. hani yapacak bir şeyim kalmadı, her zamanki planlarımı yapmak dışında. okul bitti, yani ben öyle sanıyorum, güzel üniversitem 'güzel abim senin ne işin var almanya larda, gel bak, yıllar önce almadığın bir ders var burada, ibneliğine saklıyorduk biz onu, gel sen bir sene daha bizle takıl' demezse, diplomalı bir gemi mühendisiyim şu anda. koskoca dört (çaktırma) yılın ne zaman geçtiğini anlamak zor, hani daha dün gibi beşiktaş ta kaydı yaptırıyorduk pederle beraber. zamanın çetelesini tutmak, civayı avuçlamaya benziyor. saatin işi yok derdi bir arkadaşım, kaç zaman oldu görüşmüyoruz. en son hatırladığımda hastanede başında bekliyordum. bir orospu çocuğu malta köşkünün altında üstünden geçmişti. ailesi günlerce başında bekledi ama komadan çıkamadı. seni unuttum sanma harunum, orada yatmayı sana yakıştıramıyorum sadece. dolanıyorsun hala buralarda...geçen gün üsküdar a geçerken, hiç adetim olmamasına rağmen üst kata çıktım. sigara içilmesi yasaklandığından beri üst katın pek çekiciliği kalmadı, iki etek görürüm diye doluşan abazanları ve onlardan ego tatmini yapan dişi varlıkları gördükten sonra aşağı inecektim, başbükün üstünde vardavelaya yaslanıp durdum. insanın pek zamanı kalmayınca, oturup geçmişi çok daha fazla düşünmeye başlıyor. benimki gibi biraz hasta bir zihniniz varsa, geçmişe dair çok fazla şey hatırlıyor, buna da şaşırıyor. her anını hatırladığım onlarca olay, aklımın içinden ışık hızıyla geçti ve gitti. yarını düşünmeye çalıştım, kontrol edemediğim çok fazla etmen vardı. her zamankinden fazla. bir arkadaşımın dediği gibi 'yürüyeceksin veya yürümeyeceksin. hepsi bu' ben de geleceği düşünmeyi bırakıp, geçmişin muhasebesini yapmaya devam ettim.
eski moda bir adamım ben. ya da ben öyle düşünüyorum. en yakın arkadaşıma sorsam 'güvenilir' demişti bir keresinde, pedere göre 'entel dantel' (sakaldan), valideye göre 'büyük kızım' (saçtan), dedeme göre 'hee aferum oğul', eski sevgilime göre 'takıntılı manyak, ', arkadaşlarıma göre 'efendi adam'. çok egoist ve kendini beğenmiş bir giri oldu galiba. herze eksileyecek büyük ihtimalle, eksileyeceğinden emin olduğum bir kaç kişi daha var aslında. birkaç eksiyi kafaya takmaya gerek yok, zaten umursamadığım birkaç şeyden birisi o. 'takıntılı manyak' doğru bir tabir olabilir aslında, en azından takıntılı kısmı. dedim ya, eski moda diye. önemsediğim, dikkat ettiğim şeylerden takıntılı olduğum çıkıyor. benim önemsediğim şeyler önemsiz, önemsiz bulduklarım da hayatın anlamı oluyor, nedendir bilinmez. daha bugün vela ve captain cenk sparrow la bunu konuştuk caddebostan da. eskide kaldı demişti velam, her bok bayağılaştı artık, tuvaletle mutfak arasında boru vazifesi görüp skinin doğrultusunda yaşayınca mutlu oluyorsun. orda bir ufak canımı yaktın ama, hala düşüncem değişmedi abi. insanın kendisine saygısı olması gerek, tek kullanımlık ped olmayı kabul etmedim diye mutsuz olacaksam, pek de kötü bir şey değil bu.
birkaç gündür kafam güzel geziyorum etrafta. dedim ya, yarını planlamayı bıraktım artık, 23 yıldır yaptığım o planlar herhalde birkaç yıl beni idare eder, biraz şarj etmem gerek şu yukarıdakini. hayat mı? her zamanki gibi işi yok ve her zamanki gibi ilerliyor. yontuyor, törpülüyor, seni şekil almaya zorluyor. ama elinden geldiğince dik durmalı insan. adamlıklarını siktiklerim, haysiyetlerini siktiklerimle hayatlarını gün ederken, iki tık la bir kız düşürüp, peşinden koşmanı sağladığında etrafta 'erkek' diye gezebiliyorsan ve bütün bunların yanlış olduğunu, hala bir yerde 'düzgün' bir şeyin kaldığını söylediğinde, peşinen acıyı sepetine atıyorsan, pek bir anlamı kalmamış demektir. gitmek gerek bu evden, bu şehirden, buralardan. odamın duvarlarında beni kovalayan hayaletlerden kurtulmam gerek.
ve fonda çalıyor;
looking beyond the embers of bridges glowing behind us
to a glimpse of how green it was on the other side
aynaların olmadığı bir dünyada yaşamış olduğunu farzet. yüzünü düşleyecektin. yüzünü sendeki bir şeyin bir tür dışa yansıması gibi tasarlayacaktın. ve sonra sana 40 yaşlarında bir ayna verildiğini düşün. ne biçim bir dehşete düşerdin biliyor musun? bütünüyle yabancı bir yüz görecektin...
sabahları geç kalkmaya başladım bir kaç gündür. aslında hiç uyumuyorum desem yalan söylemiş olmam, kahveyi azaltmama rağmen, sabahı buluyorum bazen. hani yapacak bir şeyim kalmadı, her zamanki planlarımı yapmak dışında. okul bitti, yani ben öyle sanıyorum, güzel üniversitem 'güzel abim senin ne işin var almanya larda, gel bak, yıllar önce almadığın bir ders var burada, ibneliğine saklıyorduk biz onu, gel sen bir sene daha bizle takıl' demezse, diplomalı bir gemi mühendisiyim şu anda. koskoca dört (çaktırma) yılın ne zaman geçtiğini anlamak zor, hani daha dün gibi beşiktaş ta kaydı yaptırıyorduk pederle beraber. zamanın çetelesini tutmak, civayı avuçlamaya benziyor. saatin işi yok derdi bir arkadaşım, kaç zaman oldu görüşmüyoruz. en son hatırladığımda hastanede başında bekliyordum. bir orospu çocuğu malta köşkünün altında üstünden geçmişti. ailesi günlerce başında bekledi ama komadan çıkamadı. seni unuttum sanma harunum, orada yatmayı sana yakıştıramıyorum sadece. dolanıyorsun hala buralarda...geçen gün üsküdar a geçerken, hiç adetim olmamasına rağmen üst kata çıktım. sigara içilmesi yasaklandığından beri üst katın pek çekiciliği kalmadı, iki etek görürüm diye doluşan abazanları ve onlardan ego tatmini yapan dişi varlıkları gördükten sonra aşağı inecektim, başbükün üstünde vardavelaya yaslanıp durdum. insanın pek zamanı kalmayınca, oturup geçmişi çok daha fazla düşünmeye başlıyor. benimki gibi biraz hasta bir zihniniz varsa, geçmişe dair çok fazla şey hatırlıyor, buna da şaşırıyor. her anını hatırladığım onlarca olay, aklımın içinden ışık hızıyla geçti ve gitti. yarını düşünmeye çalıştım, kontrol edemediğim çok fazla etmen vardı. her zamankinden fazla. bir arkadaşımın dediği gibi 'yürüyeceksin veya yürümeyeceksin. hepsi bu' ben de geleceği düşünmeyi bırakıp, geçmişin muhasebesini yapmaya devam ettim.
eski moda bir adamım ben. ya da ben öyle düşünüyorum. en yakın arkadaşıma sorsam 'güvenilir' demişti bir keresinde, pedere göre 'entel dantel' (sakaldan), valideye göre 'büyük kızım' (saçtan), dedeme göre 'hee aferum oğul', eski sevgilime göre 'takıntılı manyak, ', arkadaşlarıma göre 'efendi adam'. çok egoist ve kendini beğenmiş bir giri oldu galiba. herze eksileyecek büyük ihtimalle, eksileyeceğinden emin olduğum bir kaç kişi daha var aslında. birkaç eksiyi kafaya takmaya gerek yok, zaten umursamadığım birkaç şeyden birisi o. 'takıntılı manyak' doğru bir tabir olabilir aslında, en azından takıntılı kısmı. dedim ya, eski moda diye. önemsediğim, dikkat ettiğim şeylerden takıntılı olduğum çıkıyor. benim önemsediğim şeyler önemsiz, önemsiz bulduklarım da hayatın anlamı oluyor, nedendir bilinmez. daha bugün vela ve captain cenk sparrow la bunu konuştuk caddebostan da. eskide kaldı demişti velam, her bok bayağılaştı artık, tuvaletle mutfak arasında boru vazifesi görüp skinin doğrultusunda yaşayınca mutlu oluyorsun. orda bir ufak canımı yaktın ama, hala düşüncem değişmedi abi. insanın kendisine saygısı olması gerek, tek kullanımlık ped olmayı kabul etmedim diye mutsuz olacaksam, pek de kötü bir şey değil bu.
birkaç gündür kafam güzel geziyorum etrafta. dedim ya, yarını planlamayı bıraktım artık, 23 yıldır yaptığım o planlar herhalde birkaç yıl beni idare eder, biraz şarj etmem gerek şu yukarıdakini. hayat mı? her zamanki gibi işi yok ve her zamanki gibi ilerliyor. yontuyor, törpülüyor, seni şekil almaya zorluyor. ama elinden geldiğince dik durmalı insan. adamlıklarını siktiklerim, haysiyetlerini siktiklerimle hayatlarını gün ederken, iki tık la bir kız düşürüp, peşinden koşmanı sağladığında etrafta 'erkek' diye gezebiliyorsan ve bütün bunların yanlış olduğunu, hala bir yerde 'düzgün' bir şeyin kaldığını söylediğinde, peşinen acıyı sepetine atıyorsan, pek bir anlamı kalmamış demektir. gitmek gerek bu evden, bu şehirden, buralardan. odamın duvarlarında beni kovalayan hayaletlerden kurtulmam gerek.
ve fonda çalıyor;
looking beyond the embers of bridges glowing behind us
to a glimpse of how green it was on the other side
aynaların olmadığı bir dünyada yaşamış olduğunu farzet. yüzünü düşleyecektin. yüzünü sendeki bir şeyin bir tür dışa yansıması gibi tasarlayacaktın. ve sonra sana 40 yaşlarında bir ayna verildiğini düşün. ne biçim bir dehşete düşerdin biliyor musun? bütünüyle yabancı bir yüz görecektin...
[14.06.10 // itüsözlük]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder