27 Haziran 2010 Pazar

Duvardaki Çizikler



Bazı yazılar başlıksız olmalıdır. Bu onlardan birisi olabilir belki. Bazı yazılar aslında hiç olmamalıdır. Yazılmamalıdır, lafları bile geçmemelidir. Akıldan geçtiği anda silinip atılmalı, üstlerinden geçilmelidir.

Yanmak isterdim, cayır cayır yanmak. Derim yanıp, pul pul dökülünceye kadar, etimin kokusu köpekleri çıldırtıncaya kadar, alevi kemiklerimde hissedene kadar. Kömürleşmiş cesedimin, bir volkandan patlayan kor gibi parlamasını, altımdaki toprağın tamamen siyah olup hiç bir canlı bırakmamasını isterdim. Bütün anılarımı, bütün geçmişimi ateşe verip, geri kalan her şeyle beraber. Düzlüğe çıkmak isteyen herkesi, hayatın ne kadar güzel olduğunu düşünen beyinsizleri, hiç bir beklentisi kalmamış gerizekalıları, aklında hiç bir şey tutmayanları, yazı yazamayanları, Mormonları, misyonerleri, dindarları, suçluları, masumları ateşe vermek isterdim. O mutlu yüzlerinden gülümsemelerini söküp almayı, gözlerinden akan umutsuzluk yaşlarını yakıp, yüzlerinde hiç çıkmayacak izler bırakmayı.

Kendi hayatımda boğulmak isterdim. Yanarak. Etrafımdaki her şeyi yakarak. Bütün dünyayı yakıp, sadece izlemek isterdim. Mutlu, mutsuz. Herşeyi. Sadece izlemek için. Sadece görmek için.

25 Haziran 2010 Cuma

Kedi




İlk temas. Uzun zaman sonra. Yavaşça dibe batan bir çantanın içinde gibi. Çaresiz, bir umudu olmadan. Plastik hortum, 90 lık alkol, gazlı bez, çakmak. Sadece, sadece tek bir anı. Tek bir nokta. Bir bağımlının hastalıklı zihninden geçen tek bir düşünce. Zehrin rengi. Beyaz, evrenin kenarındaki yaratılış köpüğü gibi, Aşil Rabbani ekmeği gibi, yaranın ağzındaki irin gibi. Su yavaşça içeriye doluyor, yavaşça, ama sabırla. Kuyruğu etrafına dolanmış, kulakları yatık. Gözleri kapalı...

Tek bir sanrı. Tek bir istek. Tek bir dilek. Onu tekrar görmek.



Buna değer mi ?

Mesafeler


İki insan arasındaki mesafe, evrendeki en uzun ve en kısa mesafedir. Kestirebilmek mümkün ama aşabilmek bazen mümkün değil.

The Division Bell. 1994, David Gilmour un dehasını kanıtladığı efsane albüm. Bundan tam 1 yıl önce bu zamanlar, Pink Floyd denildiğinde bende uyandırdığı anlama karşılık, geçen zaman içinde öfkem yatışmış durumda ve dinleyebiliyorum onları artık. Canlandırdığı anılar, olaylar aklımın bir köşesinde duruyor sürekli, ama kafese kapadım onları. Dışarı çıkamaz, hareket edemezler. Sadece varlıklarını biliyorum, bazen de seslerini duyuyorum, o kadar.

Bir insanın başka birisine bağlanması. Aslında bunu birisi olarak da kısıtlamamak lazım, herhangi bir şeye olabilir. Tütün, uyuşturucu, alkol gibi fiziksel bağımlılıkların yanında, asıl önemli olanlar duygusal bağımlılıklar. Çünkü düşünceler, duyguların çekim alanına girdikçe bükülürler. Bağlanmak, yani onu da bir parçan addetmek. Kimisi için zor, kimisi için kolay bir şey. Buna sadece aşk, sevgi gibi bakmamak lazım. Ben tütün kullanırım mesela, severim, keyif alırım. Eğer onun yerine koyacak bir şey bulursam bırakabilirim, bundan yaklaşık 3 yıl önce o zamanlar hayatımda olan birisi istediği için bırakmıştım. Ona daha fazla değer veriyordum çünkü, bu seçimi yapmak benim için zor olmadı. Sonra tekrardan başladım, bir 9 ay kadar önce tekrardan bırakmıştım, garip değil mi, onu hep bırakıyorum, onu bırakmama sebep olanlar gidiyor, o geri geliyor. Çok vefalı bir şey şu tütün. O zamandan beri bırakmadı beni. Hani bu iyi bir şey mi, kötü mü, bilmiyorum. İnsanın hayatında birisinin olmasına gerek var mı her zaman, ya da sürekli birini bulmalı mıdır? Bence gerek yok, eğer elinizde sebepleriniz varsa, yalnızlığı seçebilirsiniz. Benim sebebim, bu ülkede 2 ayımın kalmış olması. Bir insanın hayatına girip, en güzel yerinde çıkmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum. O yüzden, kimseye bunu yaşatmaya gerek yok.


Aklımda bir kaç bir şey var. Nedenlerini sorgulamak için de birkaç günüm. Yeteri kadar da kahvem.
Ama gidip bir paket almam gerekiyor. Dün gece son dalımı da içtim. Selamlar, bir paket Camel Box...
Teşekkürler



24 Haziran 2010 Perşembe

Anlat Bana



2004 yılıydı. Lisedeki Müzik hocamıza bir CD götürmüştüm, hani fikrini almak için sadece. Öyle ya koskoca öğretmendi o, bilirdi, anlardı notaların dilinden. Kulaklığı kulağına taktı, dinledi. Karşısında da ben, ne diyeceğini merak ediyorum. Benim için çoğu sesten güzeldi o ses, hissettirdikleri. Kulaklığı çıkardı, 'güzel' dedi ve gitti. Elimde CD çalar, öylece kalakalmıştım. Tek bir kelime, 'güzel', öylesine söylenmiş. 'Eşek hoşaftan ne anlar' dedim kendi kendime.

denize kararti var, bu gelen kayik midur
ben ozledum yarumi, ağlasam ayip midur

23 Haziran 2010 Çarşamba

Jade


face black
another shadow of innocence tainted
gave back all the lights and glitter
wrong track again and again is stings
wish you all could feel like this
12 is for the reason of regret
9 is for the pain that i'm caused
will strife ever cease? someday...
fuck this mind that is made to hate
complete the task of humility
restrained from who they want me to be
that's what they want me to be
that is not quite good enough for me
fuck you and your thoughts on me
fuck you and your thoughts of me
fuck you how can i not be me
fuck you i will never let you take me
i will never be that good little one
i can never see what is so good about life
i can never change just who i am or what is i think i am doing
my hands fell down now i know i failed
you were not there to pick up the waste of this pathetic tale
maybe i should just end all this right here
would you like that?
maybe you could cope knowing that you all have succeeded
i am staying here to betray all of you
never failing me again
cut a little...it bleeds slowly can you see it ooze?
i'm going to save me
my eyes turn the color jade
i look at everyone around me
i am so sick of this place
anyone and anything makes me sick
i just want to end it all
i return to my room walls white with black shades
oh how would red look?
the reasons are not for your ears
the feelings are not for your heart
i circle in tears wishing, hoping, dreaming
can i find a way out besides this?
i need it
i want to be where you are
i miss you

22 Haziran 2010 Salı

... ve Hayal










Düş ...

''... düş olmayan bir şey var mıdır
gündüzleyin gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla çevresine bakan kişi için...''

Edgar Allen Poe












Tavsiye

Bu blog dünyasında yeniyim aslında, yazma konusunda daha ilk bu. Ama blog takip etmek, dünyada uzun zamandır bir trend haline gelmiş durumda. Yazı yazabilmek da bir yetenektir ne de olsa.



hayat, felsefe ve zaman üzerine tespitler

21 Haziran 2010 Pazartesi

Retro


Bazen arşivden eski parçaları açıp dinlemek için içimde bir istek doğuyor. Frank Sinatra, Otis Blackwell, Cole Porter ve diğerleri... Büyük bir AC/DC fanı olmama rağmen, '30 ların, '40 ların cazibesi her insanı etkilediği gibi beni de cezbediyor. Kabataslak tasvirlerle, önümdeki kağıda birkaç bar resmi çiziktiriyorum, aklımda canlandırdığım o mükemmel ortamı kağıda geçirmeye çalışıyorum. Zor bir şey tabii, özel bir yetenek gerektiriyor çizim denen şey, ama yaptıklarım beni tatmin ediyor genelde. Ellerinde viski bardaklarıyla kırmızı deri koltuklarda oturmuş takım elbiseli erkekler, kol düğmelerinin henüz lüks olduğu, herkesin rahatça biribirinin ardından oyun çevirip sekreteriyle seviştiği yıllar. Ağızlıklı sigaralarıyla 'zerafet' kelimesinin karşılığı, beyaz gece elbiseleri ve eldivenleriyle kadınlar. Masalarda gece lambaları, kahverengi ve pastel bir bar. Bloody Mary, Margarita ve Piña Colada...


23 yaşımdayım. '30 ları, '40 ları, ABD nin altın çağı '60 ları hiç yaşamadım, onlar hakkında bildiklerimin hepsi kitaplardan, makalelerden ve eski filmlerden aklımda kalanlar. O yılları hiç yaşamamış biri olarak onları özlemem, o yıllarda doğmuş olmayı dilememin nedeni nedir acaba? Ya da bütün dünyadaki bu 'retro' tutkusunun bir açıklaması olabilir mi? Hayatın her yönüyle çok daha basit olduğu, mikroçip devriminin gerçekleşmediği, günümüz sözde 'özgür' dünyasından çok daha bağımsız yaşayabileceğimiz, herkesin aynı zamanda hem biraz daha 'large' hem de aynı oranda 'sert' olduğu bir dönem. İlişkilerin her alanda, iş, özel hayat, aile, çok daha farklı olduğu, pastel renklerle bezeli, hayata mola verip bir kadeh Daiquri ile biraz keyif yapabileceğiniz bir dünya. Kulağa hoş geliyor gerçekten de.




Eve gidip, plaktan bir Aretha Franklin veya Elvis Presley parçası açmak, koltuğa uzanıp günü düşünmek. Gece dışarı çıkıp, arkadaşlarınızla buluşmak. Ne cep telefonu, ne internet ne de başka bir sanal şey. Her şey insani, her şey olması gerektiği gibi. Düşündüm de biz 'retro' tutkunları pek haksız değiliz gerçekten de.





Demons & Wizards - Down Where I Am


isn't it great to see how life begins
things may change, let the joy begin
can you hear this new life crying
breed it out, it will be worth it
show me your newborn smile
(please tell me why)
i don't wanna hold you
(please tell me why)
i don't wanna see you
'cause even your smile hurts
oh it hurts like hell
isn't it good to see how life begins
there's no sin and there's no crime
down where i am there's no bitter end at all
this bitterness is endless, keeps going on and on
i don't wanna hold you
i don't wanna see you
even birth can bear disgrace
i don't wanna hold you
i don't wanna see you
or even the smile upon your face
i fear my heart and fear my soul
and all the things that are unknown
there's a chance things will turn wrong, my friend
far too fast i'm losing ground
well, let's face it here and now
you're not wellcome you should know
i fear my heart and fear my soul
life goes on it surely will
without me it will wither
will i ever see light again
will i ever see light again
oh life goes on
i don't wanna hold you
i don't wanna see you
my tear of joy turned into grief
(i don't wanna stand it anymore)
down where i am that's where darkness rules
the silence shall be only friend

20 Haziran 2010 Pazar

Eski, yeni ve Veezy


İlk bilgisayar aldığımızda, sanırım 10 yaşımdaydım. Vestel in Türkiye ye attığı en büyük kazıklardan birisidir Veezy ler, Zorlu Holding bugün ABD de satış yapabiliyor, Avrupa nın en büyük beyaz eşya ihracatçılarından birisi ise, bunu zamanında bol cafcaflı reklam filmleriyle desteklediği bilgisayar kampanyasıyla başarmıştır. 36 ay, ayda 39.99 $ gibi 2000 lerin başı için son derece uygun görünen bu kampanya, 2001 Krizi ile beraber 3'e katlanan dolar fiyatı ile vatandaşın cebinde değil, başka bir yerinde patlamıştır. Zamanın 'bilgisayar aslında zararlıdır' fikri de, bu olaydan sonra sağlamlaşmış, benim yaşımdaki neslin aklında kendine yer etmiş olan 'Bilgisayar Yasağı' kavramını da beraberinde getirmiştir.

Bu boktan aletten hemen hiç anlamıyorum. Hani bir windowsum çökse onu yaparım, o da kendi kendine kuruyor, ondan. Zonk diye çıkan uyarıların hemen hiçbirisini anlamıyorum, en olmadı, fişi çekip taktığımda düzelmiş olmasını bekliyorum. Klavyemin 4-5 tuşu içeri geçmiş durumda, ama işime yarıyor hala, CD-ROM luk işim olmuyor, onu tamir etmeye de uğraşmıyorum. Eski moda bir hayatım var, ona devam etmekten mutluyum.

Roadside Bar

"Keşke" ile başlayan cümleler kurmak iyi değil demiştim, iyi demişim, yine diyorum.
Benim inancıma göre senin için çizilmiş, senin inancına göre de belli kararların alınmasıyla ortaya çıkmış bir yol var önünde. Yürüyeceksin ya da yürümeyeceksin. Bu kadar basit aslında ama gel gör ki insanın bağımlılıkları var. Ve en zor olanı da duygusal bağımlılıkları. Onlar insanın ellerini, ayaklarını ve gözlerini bağlıyor. Tutamıyorsun, gidemiyorsun, göremiyorsun. Hareket edemiyorsun. Arın duygusal bağımlılıklarından. Eğer gideceksen arkana bakma çünkü "düşünceler, duyguların çekim alanına girince bükülürler.
''

Yakın bir arkadaşımın söylediği bu sözün üstüne uzun uzadıya düşünmüştüm.Düşünceler, duyguların çekim alanına girdiğinde neden bükülürler, duygular, acaba düşüncelerden yoksun, onlardan bağımsız ele alınamazlar mı? Aslında bu iki benliği biribirinden ayrı olarak düşünmek mümkün değil mi?

Yaşam, aslında uzanıp giden tek şeritli bir yol. Bütün yaşadıklarımız da, yol üstündeki barlarda durup, mola sırasında oluşan hikayeler. Aslında hepimiz, bu hikayeler için yaşıyor, onlar için ilerliyoruz yolda. Kiminde başrol oluyoruz, kiminde anlatıcı. Ama hikaye hep var. Yol da. Çarpışan şeyler aslında hikayeler, yol da uzun. Ben burada kendi yol kenarı hikayelerimi, barı paylaştığım insanları anlatacağım. Dumanın arasında beliren silüetleri...