28 Kasım 2010 Pazar

Roadside Bar //




i look at everyone around me
i am so sick of this place
anyone and anything makes me sick
i just want to end it all
i return to my room walls white with black shades
oh how would red look?
the reasons are not for your ears
the feelings are not for your heart
i circle in tears wishing, hoping, dreaming
can i find a way out besides this?
i need it
i want to be where you are
i miss you

23 Kasım 2010 Salı

Pardon bayan, aman kadın?? // 2



Cinselliğin, bekaretin toplumumuzun en büyük tabusu olduğunu hepimiz biliriz. Amerikan dizileriyle büyüyen yeni nesil sağolsun, lisede seks yapmanın çok matah bir şey olduğunu zannedenlerden, evine attığı kız sayısıyla ortamdaki karizma katsayısının aynı oranda yükseldiğini zannedenlere kadar bu yozlaşmanın korkunç boyutlara ulaştığı malum zaten. Doğu batı arasında sıkışıp kalan, istediği hayatı tam anlamıyla yaşayamadığı için, onu her şeyden daha çok arzulayan bir nesil var önümüzde. ''17 saat seks yapıp da doymadığımı bilirim'' gibi bir cümleyi ortalık yerde söyleyebilen, facebook a mayolu, donlu bir ton resmini yükleyip de laf atanı 'ıyyy kıro' olarak yaftalayan milyonlarca ergen kaynıyor ortalık. Hayır benim anlamadığım, facebook ta aynı resmin altına 'çok seksisin', 'çok güzelsin' gibisinden yorumlar yapılınca, ekran karşısında boşalan ergenlerin, kendilerini et parçası olarak sundukları bu sanal dünyanın dışında, namus koruyucusu haline gelmesi nasıl bir irondir?

İroniden bahsetmişken, şunu da belirtmeden geçmeyeyim. Batılılaşma, modernleşme zemininde tartıştığımız zaman, neresinden tutsan elinde kalıyor bu konu. Ancak gerçek yaşamda buna yapılan eleştirilerin dayandığı toplumsal argümanların hemen hepsinin, doğulu işte, ıykk kro denilen çocukların ailelerine ait değerler olması ve bunların savunulduğu ortamların genelde bu değerlerle taban tabana zıt olması da, sanırım işin çarpıklığını ortaya koyan en güzel tablolardan bir tanesi. İçki masasında Allah-kitap tartışmanın bir açıdan bakıldığında simetrisi -simetri ironisi başka bir konu- Toplumumuzun yaşadığı bu dönüşüm, kabuk değiştirme, ilerki nesillerde kartopu etkisi yaptığı zaman onlara da bu hoş görü gösterilecek mi veya onlara tanınan özgürlük, bugünün göreceli despotluğuyla karşılaştırıldığında ne kadar 'özgürlüktür', 'sınırsızlıktır' ? Umut Sarıkaya nın Anarşizm in kuruluşu karikatüründeki gibi, 'şimdi bana aileden girme, benim de anam bacım var' tarzında bir savunma, acaba bu yozlaşma ile büyümüş toplumun çocuklarında nasıl yankı bulacak. Sanırım bunu hepimiz bekleyip göreceğiz.

Erkek arkadaş değiştirmeyi, benzinim bitti yaklaşımında bir 'aşkım bitti' temeline oturtmak, filmlerden gördükleri güçlü kadın profillerini, aşkta yaralanıp hemcinleri arasında Mahsun Kırmızıgül ün 'yıkılmadım ayaktayım' aforizmasını rozet yaptırıp taşıyacak derecede yüksek bir mertebede içselleştirmek, bütün bunlar, ilgi açlığıyla ne kadar açıklanabilir?

Modern çağın hastalığı nedir, stres değil mi? Hayır, modern çağın hastalığı, modern çağ kelimesini götünden anlayıp, götünü gören erkek sayısını bir bok zannetmek bence. S*kinin doğrultusunda gidenlerin peşinde, hiç bir zaman sahip olamayacağı bir özgürlük hayalini peşinde koşmak. İşte modern çağın hastalığı bu.

21 Kasım 2010 Pazar

Pardon bayan, aman kadın??




Bundan bir kaç sene önce olsaydı, şöyle 2. sınıftayken falan, bu başlıkta bir şeyler karalamaya çekinirdim. Neden mi, neden olacak olm, küçüktük o zamanlar. Bir kız bunu görür de, aman çevremdeki hatunlardan birisi görür de, ilişiğini keser diye yazmazdım. Neyse, yıllar geçtikten sonra farkına vardığın değişimler başka bir yazının konusu.

İnternet çağı denen bir zırva var. İlk kez '99 da, üye olduğumuz Veezy nin gönderdiği aylık Vee-mail dergisinin içinde görmüştüm, Google, Altavista, Arabul falan daha yeni yeni yayılıyor Türkiye de, okulun bahçesindeki servisçinin, Peugeot J9 un üzerine @ixirmail.com lu mail adresini yapıştırdığını hatırlıyorum. Şimdi 10 yaşındaki yeğenlerin bile gmail, hotmail, facebook mail, bok püsür adresleri var. İşte bu 'internet çağı' denen şey, sanırım o yıllarda başladı Türkiye de. Bir dip not düşeyim, Vestel in Avrupa beyaz eşya pazarında en büyüklerden birisi haline gelmesinin temelinde, zamanında Türkiye ye attığı Veezy kazığı yatar. Ayda 39.99 $ dan, 3 yıl vadeli sattıkları bilgisayarların fiyatı, 2001 krizinde devalüasyonla beraber 3 katına birden çıkınca, ellerine geçen sıcak paranın haddi hesabı yoktur. Türkiye deki o zamanlar internet kullanan hemen herkesin evinde Veezy olduğunu, en büyük rakibi Superonline ın bile nal topladığını da düşününce, atılan kazığın budakları daha bir ortaya çıkıyor.

İlişkilerin 0 ve 1 lerden oluşan bu dünyadan etkilenmemesi mümkün değildi zaten. '99-'11 bakıyorum da 12 sene geçmiş, eh pek şaşırtıcı değil. İlk internet aşıklarını hatırlıyorum ben, Zurna da tanışıp, işi gerçek hayata dökmeye karar verince ikisi de hayal kırıklığına uğramış, sonra bir bıçaklama durumu mu ne olmuştu. Bir dip not daha düşeyim, Zurna nedir diye soracaklar için, Zurna bir zamanların en favori chat odalarından bir tanesi, bugün 30-35 yaşlarında olan nesil için bir zamanların facebook uydu diyeyim. Şimdi o zamanlar, bu haberlere sık rastlamak olasıydı, çünkü ülke daha önce hiç karşılaşmadığı bir kavramla, yani 'sanal dünya' ile karşılaşmıştı. Sanal dünya denen kavram, daha sonra Digimon ile 10 yaşındaki çocukların bile kanıksayabileceği bir şeye döndü ama ilk zamanlarda baya baya öcü gibi görünüyordu oradan. Televizyonlarda abartılı bilgisayar başında ölüm haberleri, bilgisayarların aslında birer uyuşturucu görevi gördüklerini yayımlayan gazeteler, reality show lar, sözümona eğitimciler, vs. Ülke gençliği, daha önce hiç karşılaşmadığı bu dünyanın içine sonuna kadar girmek istiyor, '80 darbesiyle gençliğinin en güzel yerinde anarşi, kaos, terör ve ölümle tanışmış olan nesil ise, çocuklarını bu dünyadan alabildiğine uzakta tutmaya çalışıyordu. İşte yasağın getirdiği underground kültür, zamanın gençliği üzerinde zaten deforme olmuş ilişki/beraberlik kavramıyla çatışınca, biribirini besleyen bir dalga oluşuyordu. Çocuklarını geri çeken aileler, bilgisayar yasaklarıyla büyüyen bir nesil, olmayana sahip olanın elde ettiği karizma. Evindeki üstünde elişi örtülü bilgisayarı açıp 56k modemle nete bağlanabilmek için ailesinin misafirliğe gitmesini bekleyen çocuklar, ertesi gün okulda 'icq dan abimle konuştuk dün akşam, süper bir şey ya' diye hava atan veledin karşısında ne yapsın? 13 yaşında kafan bu kadar çalışıyor ki 'sizin bilgisayarın şifresini bana verseneeee' diye çok bir bok bildiğini göstermeye çalışıyorsun, hayır karşıdan gelen cevap da 'yok yaaaaa, sen beni ne sandın oluuumm' olunca, acaba verseydi ne yapacaktı o kodu, bilgisayarı açtığın zaman NFS2 ya da FIFA 99 oynuyorsun en fazla, klavyenin girişi yerinden çıksa da bilgisayar açılmasa çöktü dersin, zaten bir bilgisayarın içinde düzinelerce şifre olduğu için hangisi olduğunu nasıl anlayacaktı gibi konuları hiç düşünmemiş olan diğer taraf arasında böyle bir konuşma vuku bulabiliyor.Bilgisayar, sanal dünya ile iletişimi bu şekilde olan bir çocuğun, bunu bir iletişim aracı olarak kullanması da hastalıklı oluyor pek tabii.

Benim ilk mail adresim, Lise-2 deyken oldu. Osman diye fırlamanın önce gideni bir çocuk vardı, o bana almıştı mail adresini. O kadar garibime gitmişti ki, mail gönderirken maile ek olarak resim koyabildiğimi de keşfedince, olur olmaz millete resimli mailler gönderiyordum, mesela hoşlandığım bir kız vardı, ona maille uçan cadı resileri yollamıştım, onun mail adresi de ona benzer bir şeydi çünkü. Msn den titreşim göndermek, ne kadar boktan smiley varsa hepsini kullanmak falan. O yıllar için bunu biraz normal karşılayabiliyorum, benim teknolojinin gerisinde bir adam olmamı saymıyorum zaten. Ancak bunun halen daha aynı olması, hastalıklı bir büyüme göstererek özellikle '90 sonrası nesle bu derece sirayet etmesi korkutucu gerçekten.

Facebook denen zırvaya bakın. Türkiye merkezli kullanıcıların yaş ortalamasına bakın, hepsini geçtim kullanım amacına bakın. Twitter denen ne idüğü belirsiz şeye bakın. Attention whore denen kavramın hayattaki yansımalarına bakın. Kendini pazarlayan, etini satan liseli kızlar, akıl yaşı 15 inden sonra büyümeyen yüz binlerce gencin uğraştıkları şeylere bakın.

devamı diğer post ta...

Satırbaşları//

-formspring.me sayfamda sürekli soru soran birisi var. Kim olduğunu bilmiyorum, yaşını sordum, 21 diye cevap verdi ama soruyu sorduğum an sorunun saçmalığını anlamıştım, bu bir şeyi ifade etmezdi. Ki o da bunu bildiği için cevap yazmış, ben yine de biraz düşündüm olasılıkları ama vazgeçtim sonradan

-Bariz bir şekilde yürümemi zorlaştıran bel ağrılarım, bugün itibariyle geçmeye yüz tutmuş durumda. İçinize bir kazak giyerek ve yatmadan önce bir atkıyı belinize dolayarak sıcak kalmasını sağlarsanız, pek sorun etmeye değmez.

-Az önce ulusalcılık, milliyetçilik, milliyetçi sol gibi başlıklarda gezerken, görsellerden ateizm konusuna eklenmiş bir kaç görsele geldim. Fikirlerin her zaman yüksek sesle söylenebilmesinden yana birisi olarak, bu özgürlüğe neden bu kadar çok karşı çıkıldığını anlayabiliyorum ama default art niyetli birinin bu resimlerden çıkarabileceği anlamları görünce, bir kez daha hakkaten lan! diyorum içimden.

-Master üzerine bildiğin seri yazdım, inşallah okuyan birisine yardımcı olur ama ben daha vize alamamışken bu yazdıklarımın ne kadarı doğrulanmış oluyor, merak ediyorum hakkaten.

-Joshua Radin in son albümü The Rock and the Tide güzel olmuş. Dinleyin, dinletin. Farklı bir şey vaad etmiyor ama güzel işte.

-Geçen gün Buşra ile Kadıköy e gittik. Dunia nın balkonu baya güzel olmuş, üstünü kapatmışlar falan. Bana eski Camel getirmeyi unutmuş ama olsun, mentollü Marlboro su da güzeldi. Yemişim Camel i, Buşra geldi işte diyemiyorum, çünkü hakkaten baya umutla bekliyordum o paketleri ama iyi oldu bu kızın da gelmesi. Saat farkından nevrim dönüyordu. Bu arada dikkat ettim, Birol Buşra değil de Büşra diyor. Bu da dip not olsun. Herzlich Willkommen Busra!

-FM 2011 bariz karışık olmuş, oynamak zorlaşmış demiyorum da, oynamak daha uzun sürüyor artık. Bir pencereden diğerine geçmeden önce, bir ton şeye bakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu menejerlerden kurtulmak için de Genie Scout u beklemek lazım. Zaten hayatımız beklemekle geçiyor. O da aradan çıkar işte, iyi olur.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Nedenleri Anlamak

İnsan çok garip bir varlık. Düşüncelerinden bir dünya yaratıp, içinde kaybolabiliyor. Hayallerinin esiri olabiliyor, onları gerçeğe dönüştüremeden yolda düşerse, bütün dişlilerini kapatabiliyor.Umutlarını bağladığı, yıllardan beri hayalini kurduğu bir gerçeği, sikik bir sebepsizlik yüzünden kaybediyor. Hayat insana acımasız oyunlar oynuyor, sonra da karşına geçip gizem dolu yüzüyle gülüyor. Herkesin hayatında yaşadığı zorluklar, bir araya gelip seni yıkıyor. Her şeyi göze alıp seviyorsun, seni bırakıp gidiyor. Her şeyden vazgeçip yapbozunu kursan da, son parça uymuyor, evirip çevirip uyduramıyorsun, köşe kapanmıyor, sürekli açık kalıyor. Gücünün yetmediği o kadar çok şey var ki, aciz kalıyorsun, her şeye küfredip sayıp silmek de rahatlatmıyor. İçindeki kangreni söküp atamıyorsun, kusamıyorsun irini. Boğazına kadar geliyor, miden bulanıyor, başın dönüyor, ama dışarı çıkmıyor. Atamıyorsun safranı, zehirliyor düşüncelerini. Kusup rahatlamak istiyorsun, boğazından pis suyu atıp rahatlamak istiyorsun, yüzün sürekli kovanın içine düşüyor. Tükürüklerinin arasına düşüyor kafan, saçına yapışıp kalıyor. Midenden yükselen iğrenç koku burun deliklerini dolduruyor, için kalkıyor, ama kusamıyorsun. Her zerren pislikle dolup taşıyor. Yüzün kovanın dibindeyken kusuyorsun. Her şeyi dışarı atıyorsun. Nefes almak isterken tekrar içine çekiyorsun hepsini.

Sonra uyanıyorsun. Kabus, karabasan gülüyor sana karşıdan. Kalkıp o iğrenç yüzüne yumruğunu gömmek istiyorsun, gözlerini yuvalarından söküp avuçlarında parçalamak istiyorsun kaderin. Yüzünün derisini yırtmak, dişlerinle parçalamak istiyorsun. Kolların bağlı, ayakların bağlı. Göğsünden dışarı fırlayacak kalbin, ipleri kopartamıyorsun.

O sana gülüyor oradan. Kahkahalarla. Öldürmüyor.

Anlayamıyorsun.

Yutkunmak

Vize yok. Hayaller yıkık. Günler uzun, günler kısa. Etrafındaki mutluluk, umut sana uğramıyor. Her gün aynı, her gün bok. Hayatının etrafında daireler çizen akbabalar var. Leşin çürüyor, kurtlar, çıyanlar kaynıyor cesedinin içinde. Kuma karışıyor. Notalar bir anlam ifade etmiyor, sesler, taç yaprakların kapanıyor. Köşeler düzleşiyor, kenarlar kayboluyor. Yarının düşleri, bugünün kabuslarına dönüyor. Yakalandığın anafor, seni içine çekiyor.

Nefes alamıyorsun.

Yılların, senden çaldıklarını yüzüne vuruyor, geleceğin seninle alay ediyor.

Vize yok. Hayaller yıkık. Torbanın içindeki kedi, dibe iniyor. Torbanın içindeki hava bitiyor. Yutkunamıyorsun.