29 Aralık 2010 Çarşamba
Ohne Dich//
çok uzaklarda bir şehirde, bir adam kör bir kıza aşıktır. bir gün kızla karşılaşırlar, utana sıkıla, bir kahve içmek için onu ikna eder. masada eli avucundadır. kör olması onun için önemli değildir, hayatının amacı yapar onun gözlerini. bir kez kendisini görmesi için, bir kez gözlerinin içine bakabilmek için. aylarca, yıllarca uğraşır, en sonunda bir gün, kızın gözleri açılır.
o gün kız, adamı terk eder.
ohne dich, kann ich nicht sein
ohne dich
mit dir bin ich auch allein
ohne dich
Mein Herz Brennt//
şimdi sevgili çocuklar dikkat edin
ben yastığınızdan gelen sesim
size bazı şeyler getirdim
bunu bağrımdan kopardım
bu yürekle güce sahibim
şantaja göz kapağı
gün doğana kadar şarkı söyleyeceğim
cennetten gelen bir parlak ışık
yüreğim yanıyor
onlar size gece gelecek
şeytanlar,hayaletler,siyah periler
mahzenin dışında sürüklenirler
yatağının altından bakacaklar
24 Aralık 2010 Cuma
Sonne//
bu masal çocuk masalı değildir. pamuk prensesi değil, altın prensesi anlatır. pamuk prenses iyidir, güzeldir, saftır, yardımseverdir, kin gütmez; sadece katışıksız bir sevgidir; ihtirasları yoktur, kötülük nedir bilmez. altın prenses ise, sadece güçle yaşar; sevgiyi bilmez, kalbi altın gibidir; ama başkaları için değil, sadece kendi için altın. tutkuları vardır, bir erkeğe sahip olmak istemez; nice erkek ona kul köle olmalıdır. hayatı altındır. altın tozlarını çeker burnuna altın rüyalar görmek için. bulutların üzerinde dans etmez altın çeken altın prenses; kendini kocaman altın külçelerinin üzerinde hayal eder. fakat altın, kötüdür. altın parlaktır, insanı ihtişamlı olmaya davet eder; insanın bastırdığı dürtülerini harekete geçirir; altın baştan çıkarıcıdır; altın katildir, insan öldürür, öldürtür; altın yeraltına hapsedilmiştir; çünkü bulunması istenmemiştir. ama insan kazmış ve bulmuştur onu. altın da, onu özgürlüğüne kavuşturan insan olduğu için; ona içindeki tutkudan bir parça vermiştir. nice eller kana bulanmıştır ona ulaşmak için; nice insanlar satılmıştır altın için; nice insanların ölümüne sebep olmuştur altın.
altın prenses yaşar; ama bizim için değil. pamuk prenses gibi boğazına takılan bir elmadan dolayı kısa bir sürede olsa cansız kalmaz; altın prensesi öldürmeye gelen kötü bir kadın yoktur; çünkü zaten o kötüdür. altın prenses kötülüğün şuh kızlarından biridir. kral babanın, kraliçe ananın kızı değil; direkt kötülüğün evladıdır. güzelliği erkeklerin için yakar; ama o da damarlarında dolaşan altın gibi; sahip olunmak için değil; sadece başköşede ya da en değerli yerde durmak için doğmuştur.
cam bir tabutta, 6 cücenin omuzlarında etrafı tepelerle çevrili modern diyarda, bir elma ağacının dalındaki bir elmanın altına bırakılmaya götürülürken; onu öldüren damarlarına enjekte ettiği aşırı oranda altındır: altın vuruş.
ve ağaçtaki elma düşer; çalınan parça en tepeye çıktığında ve cam tabut paramparça olur; altın prenses canlanır.
pamuk prensesi öldüren elma, altın prensesi canlandırmıştır. biri altından vücuda sahipken, biri pamuk ipliği gibi saf ve incedir. biri ihtirasın diğer adı iken, biri güzelliğin ve gerçek sevginin anahtarıdır.
bu masal altın prenses ve 6 cüceyi anlatır.
alıntıdır
16 Aralık 2010 Perşembe
Magnetohydrodynamics (MHD) //

Magnetohydrodynamics (MHD), basitçe, çok güçlü bir mıknatıs kullanılarak iyonize denizsuyu moleküllerini bile itebilecek bir manyetik alan yaratabilmek demektir.
Bir çoğumuz bu kelimeyi ilk defa The Hunt for Red October filmi ile kelime haznemize kattık. Bu denizaltı filminde ruslar Red October (kızıl ekim) isimli bir denizaltıda bu zamana kadar eşi benzeri görülmemiş bir itiş sistemi kullanıyorlardı. Gerekli gördüklerinde pervanelerini susturup Caterpillar adını verdikleri bu sistemi açıyor ve adeta suyun altında yok oluyorlardı. Peki bu yöntem gerçekten amerikan sinemasının bir abartısından mı ibarettir? Tamamiyle bir kurgu bilim midir buna bir bakalım.
MHD, 19. yüzyılın sonunda yaşamış hollandalı fizikçi Hendrik Lorentz'e kadar uzanır. Yaratılan çok güçlü bir elektrik akımı, iletken bir sıvı olan denizsuyunu itebilecek manyetik alanı sağlayabilmektedir. Süper iletkenlerin kullanımına kadar böyle bir manyetik alanın yaratılması hayal iken artık mümkün olmuştur. Süper iletkenler, sıfıra yakın elektrik direncine sahip olduklarından ısı kayıpları çok çok düşüktür. Bu da teorik olarak bir denizaltıyı düşük de olsa belli bir süratle itebilecek kadar manytik alanı oluşturabilmeyi mümkün kılar.
Sistemin tasarımı ise şöyledir. Bir itici (thruster) içinde manyetik alan yaratılır ve bu manyetik alanın sonucunda iticiye giren su çıkıştan hızla itilir, bu hızla itme de aynen su jetinde olduğu gibi newton'un üçüncü yasasına uygun olarak iticinin bağlı olduğu kütleyi ivmelendirecektir. Sözkonusu manyetik alanın yaratılmasında önceden sıvı helyum kullanılmakta iken artık sıvı azot ile süper iletken özellik kazandırılan malzemeler (ibm zürih laboratuarları) deniz araçlarının sevk sistemlerinde kullanılmak üzere çok çekici hale gelmiştir.
Bu konuyla ilgili önde gelen çalışmalar Japonlar tarafından gerçekleştirilmiştir. 1987'de başlayarak 1991 yılına kadar 31 milyon dolar bütçeye sahip Yamato ı isimli 30m'lik tekne %4 verilmi bir mhd sistemi ile çalıştırılmış ve 8 knot sürate ulaşmıştır. Her biri 24cm çapında altı nozula sahip iki itici kullanmaktadır.
Buna ek olarak Amerikalıların David Taylor araştırma enstitüsünün Textron Defense Systems firması ile yaptığı ve 9100 tonluk bir denizaltıyı 30 knot ile sevk etmek üzere yaptığı bir çalışma ve konuyla ilgili uzmanlardan Daniel Swallom tarafından mayıs 1991 yılında Naval Engineers Journal'da yayınlanmış ödüllü bir makale bulunmaktadır. Bu ödüllü makaleye rağmen amerikan donanması 1993 yılında bu çalışmayı tamamen durdurmuştur.
MHD sistemi gemideki pervane, şaft, dişlikutusu gibi büyük yer kaplayan ve temel gürültü unsuru olan birçok sistemi elimine ederek yerine sessiz ve çok daha az yer kaplayan bir sevk sistemi koymayı taahhüt eder ancak bunun yanında iki adet çok önemli, aşılmayı bekleyen sorunu da yanında getirir. Bunlardan birincisi yüklü elektrotların çeperinde oluşan klorin gazının hipoklorin ve ardından hidrojene dönüşmesi ve bu baloncukların patlayarak tıpkı kavitasyon yapan bir pervane gibi, başka denizaltıların pasif sonarlarıyla tesbit edebilecekleri bir gürültü meydana getirmesidir. İkinci önemli sorun ise suyu itmek için üretilen manyetik alanın, denizaltı tesbitinde kullanılan manyetik anomali dedektörleri tarafından kolaylıkla algılanabiliryor olmasıdır. Uzmanlar her ikisinin de çaresinin olduğunu söylemektedirler.
Daha iyisi bulunana kadar en iyisi olarak akıllarda yer etmiş MHD sistemi üzerine bugün birçok üniversitede çalışmalar gizli veya alenen sürdürülmektedir. eğer yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanırsa nasıl ki pervanenin icadıyla kürekli gemiler kaybolduysa, pervaneli ve sujetli gemiler de yerlerini mhd'li gemilere bırakacaktır.
vilnius vastavnic
3 Aralık 2010 Cuma
2010 yılında hala seks yapmak //

dünyanın kapitalist düzende olmasından ve insan yığınlarına bişeyler satılarak dönmesinden kaynaklanan durum. insan nüfusunun çok büyük çoğunluğu sadece birşeyler satın alsınlar ve tüketsinler diye var. (bkz: consume obey die) ve bu satışın büyük kısmı seks sayesinde yapılıyor (bkz: sex sells) aslında insanlığın ilerlemesini sağlayan, uygarlığı, bilim, kültür ve teknolojiyi ileriye götüren dünyada birkaç bin insan var. onların bir kısmı da insan soyunun devamı için yeterli olacağından, kalanın bırakın seks yapmayı, yaşaması bile gereksiz. insan soyunun devamı için de seks şart değil. dünyayı ileriye taşıyan o birkaç bin insandan seçme yapılarak günümüz teknolojisiyle yapay döllenme ile çok güzel çocuklar elde edilebilir. birkaç bin de güçlü kadınlardan seçilecek taşıyıcı anne ve iyi eğitilmiş bakıcı onların yetişmesine yetecektir. diyeceksiniz ki bu birkaç bin insan seks yapmadan nasıl yaşayacak? sperm ve yumurtalarını alıp dondurduktan sonra cinsel organlarını alırsanız gayet güzel yaşarlar ve sekse ihtiyaç bile duymazlar efendim. bu kadar basit. şu kapitalist düzen yüzünden 2010 yılında hala seks yapılıyor. yazık, çok yazık...
actros
1 Aralık 2010 Çarşamba
itü sözlük, boku çıkan yapım //

İtü sözlük te yazardım ben eskiden. hesabı kilitledim 2 ay önce. Nasıl silineceğini bilseydim sildirirdim ama kilitlemek daha uygun gibi göründü o an için. Kezbanın önde gideni bir karı iftira atmak için beni bulmuştu. Allah tan beni tanıyan bir kaç kişi var, salağın dediklerine gram değer vermediler, zaten ne bok olduğunu sözlükte biraz dolanan anlar o karının. Hesabı niye kilitledin diye sordu arkadaşlar. Bu kadar kolay iftira atabildiğin bir yerde durmanın pek bir esprisi yok demiştim. Zaten sözlüğün bokunun çıktığını yazıyorlardı bu ve bunun gibi başlıklarda.
Sözlüğün bana çok faydası oldu. Hakikaten değerli adamlarla tanıştım orada, kızlı erkekli bir arkadaş ortamım oldu, gereğinde kafam bozukken arayıp evinde kalabileceğim arkadaşlarım, Beşiktaş ta, Kadıköy de, Üsküdar da buluşup dertleşebileceğim, derdine çözüm arayabileceğim insanlarla. Ha içinde çürük elmalar varmış, onların kimisi taze sıçılmış boktan bile değersizmiş, onu da gördüm ama 3-4 tane onlar, fazla değil. Bir gram haysiyet taşımadıkları için, burada sadece lafı edilip geçilir onlar. Öyle işte. Sevmiştim oradaki ortamı, geyiği olsun, bilgi içeren başlığı olsun, zirveleri olsun, güzeldi işte.
Sonra bir şey oldu. Ne olduğunu anlamadığım bir şekilde sözlük boka sarmaya başladı. V3 diye bir şey getirdiler, işleyişi değişti, kaydolan tiplerin yaş ortalamasının düşmesinden midir nedir, mal mal başlıkların sayısı iyice artmaya başladı sol tarafta. Yukarıdaki girilerde anlatmışlar, bir daha bahsedip kafa şişirmeye gerek yok. Bugün bir tanesini de ben gördüm. İbrahim in yazılarına göz gezdirmek için girdiğimde sol tarafta, normalde reklamların olması gereken yerde, sözlüğün facebook sayfasının reklamı vardı. İşte beğenenler, beğenmeyenler, isimleriyle beraber çıkıyor orada. Tabi facebook olduğu için resimler de var. Şimdi benim anlamadığım ilk şey, neden? Yani neden böyle bir şey konulmuş buraya? Sözlüğün facebook sayfasını tanıtmaksa amaç, beğenenlerin resimleri, isimleri vs. neden beliriyor orada? Uzatmadan, buranın neden konulduğunu ben söyleyeyim, sözlüğe hit aldırmak için, bu reklamla beraber gelecek olan hitlerin tamamen abazanlardan gelecek olmasının hiç önemi yok. Hayır zaten sözlükte çok fazla abazan var, hepsi öyle böyle ıyykkk! diye başlıklarda sürekli geziyor (ki doğru bir iddia, kız/erkek sözlükte abazan çoktur) bunu körüklemek nedendir? Orada ismi, cismi çıkan bir yazar, garip mesajlar almaya başlarsa bunun sorumlusu kimdir? Bu reklamı oraya koyanlar mıdır, yoksa oraya en başta üye olanlar mı? Bu facebook denen bokun ne olduğunu da yazmıştım ben bir zamanlar, kimse bana öyledir, böyledir diye mesajlar atmasın.
Sözlüğü abazan yuvasına çevirip bundan hit alma çakallığını düşünen yönetime buradan sevgiler, saygılar. Akıllıca bir iş yapmışsınız, helal olsun, hit sayısında baya artış olur. Oraya kayıt olanlar, kişisel bilgilerinin google server larında 15 yıla kadar kayıtlı duracağının falan farkında mıdır, bilmiyorum ama bu şekilde umuma açık yerde kullanılabileceğinin farkına varmışlardır artık. Bu kadar kör parmağın gözüne yapılan bir şeyden sonra, artık söylenecek pek bir şey de kalmıyor zaten.
Eminim bundan memnun olan bir kaç kişi vardır. Hayır bir tane olduğundan yüzde yüz eminim, zaten önüne geleni facebook tan ekleyen, ekran karşısında boşalan birisi olduğu için onun ekmeğine yağ sürmüştür, ama bunların haricindekiler bu olay hakkında ne düşünüyorlar, gerçekten merak ediyorum.
28 Kasım 2010 Pazar
Roadside Bar //

i look at everyone around me
i am so sick of this place
anyone and anything makes me sick
i just want to end it all
i return to my room walls white with black shades
oh how would red look?
the reasons are not for your ears
the feelings are not for your heart
i circle in tears wishing, hoping, dreaming
can i find a way out besides this?
i need it
i want to be where you are
i miss you
23 Kasım 2010 Salı
Pardon bayan, aman kadın?? // 2

Cinselliğin, bekaretin toplumumuzun en büyük tabusu olduğunu hepimiz biliriz. Amerikan dizileriyle büyüyen yeni nesil sağolsun, lisede seks yapmanın çok matah bir şey olduğunu zannedenlerden, evine attığı kız sayısıyla ortamdaki karizma katsayısının aynı oranda yükseldiğini zannedenlere kadar bu yozlaşmanın korkunç boyutlara ulaştığı malum zaten. Doğu batı arasında sıkışıp kalan, istediği hayatı tam anlamıyla yaşayamadığı için, onu her şeyden daha çok arzulayan bir nesil var önümüzde. ''17 saat seks yapıp da doymadığımı bilirim'' gibi bir cümleyi ortalık yerde söyleyebilen, facebook a mayolu, donlu bir ton resmini yükleyip de laf atanı 'ıyyy kıro' olarak yaftalayan milyonlarca ergen kaynıyor ortalık. Hayır benim anlamadığım, facebook ta aynı resmin altına 'çok seksisin', 'çok güzelsin' gibisinden yorumlar yapılınca, ekran karşısında boşalan ergenlerin, kendilerini et parçası olarak sundukları bu sanal dünyanın dışında, namus koruyucusu haline gelmesi nasıl bir irondir?
İroniden bahsetmişken, şunu da belirtmeden geçmeyeyim. Batılılaşma, modernleşme zemininde tartıştığımız zaman, neresinden tutsan elinde kalıyor bu konu. Ancak gerçek yaşamda buna yapılan eleştirilerin dayandığı toplumsal argümanların hemen hepsinin, doğulu işte, ıykk kro denilen çocukların ailelerine ait değerler olması ve bunların savunulduğu ortamların genelde bu değerlerle taban tabana zıt olması da, sanırım işin çarpıklığını ortaya koyan en güzel tablolardan bir tanesi. İçki masasında Allah-kitap tartışmanın bir açıdan bakıldığında simetrisi -simetri ironisi başka bir konu- Toplumumuzun yaşadığı bu dönüşüm, kabuk değiştirme, ilerki nesillerde kartopu etkisi yaptığı zaman onlara da bu hoş görü gösterilecek mi veya onlara tanınan özgürlük, bugünün göreceli despotluğuyla karşılaştırıldığında ne kadar 'özgürlüktür', 'sınırsızlıktır' ? Umut Sarıkaya nın Anarşizm in kuruluşu karikatüründeki gibi, 'şimdi bana aileden girme, benim de anam bacım var' tarzında bir savunma, acaba bu yozlaşma ile büyümüş toplumun çocuklarında nasıl yankı bulacak. Sanırım bunu hepimiz bekleyip göreceğiz.
Erkek arkadaş değiştirmeyi, benzinim bitti yaklaşımında bir 'aşkım bitti' temeline oturtmak, filmlerden gördükleri güçlü kadın profillerini, aşkta yaralanıp hemcinleri arasında Mahsun Kırmızıgül ün 'yıkılmadım ayaktayım' aforizmasını rozet yaptırıp taşıyacak derecede yüksek bir mertebede içselleştirmek, bütün bunlar, ilgi açlığıyla ne kadar açıklanabilir?
Modern çağın hastalığı nedir, stres değil mi? Hayır, modern çağın hastalığı, modern çağ kelimesini götünden anlayıp, götünü gören erkek sayısını bir bok zannetmek bence. S*kinin doğrultusunda gidenlerin peşinde, hiç bir zaman sahip olamayacağı bir özgürlük hayalini peşinde koşmak. İşte modern çağın hastalığı bu.
21 Kasım 2010 Pazar
Pardon bayan, aman kadın??

Bundan bir kaç sene önce olsaydı, şöyle 2. sınıftayken falan, bu başlıkta bir şeyler karalamaya çekinirdim. Neden mi, neden olacak olm, küçüktük o zamanlar. Bir kız bunu görür de, aman çevremdeki hatunlardan birisi görür de, ilişiğini keser diye yazmazdım. Neyse, yıllar geçtikten sonra farkına vardığın değişimler başka bir yazının konusu.
İnternet çağı denen bir zırva var. İlk kez '99 da, üye olduğumuz Veezy nin gönderdiği aylık Vee-mail dergisinin içinde görmüştüm, Google, Altavista, Arabul falan daha yeni yeni yayılıyor Türkiye de, okulun bahçesindeki servisçinin, Peugeot J9 un üzerine @ixirmail.com lu mail adresini yapıştırdığını hatırlıyorum. Şimdi 10 yaşındaki yeğenlerin bile gmail, hotmail, facebook mail, bok püsür adresleri var. İşte bu 'internet çağı' denen şey, sanırım o yıllarda başladı Türkiye de. Bir dip not düşeyim, Vestel in Avrupa beyaz eşya pazarında en büyüklerden birisi haline gelmesinin temelinde, zamanında Türkiye ye attığı Veezy kazığı yatar. Ayda 39.99 $ dan, 3 yıl vadeli sattıkları bilgisayarların fiyatı, 2001 krizinde devalüasyonla beraber 3 katına birden çıkınca, ellerine geçen sıcak paranın haddi hesabı yoktur. Türkiye deki o zamanlar internet kullanan hemen herkesin evinde Veezy olduğunu, en büyük rakibi Superonline ın bile nal topladığını da düşününce, atılan kazığın budakları daha bir ortaya çıkıyor.
İlişkilerin 0 ve 1 lerden oluşan bu dünyadan etkilenmemesi mümkün değildi zaten. '99-'11 bakıyorum da 12 sene geçmiş, eh pek şaşırtıcı değil. İlk internet aşıklarını hatırlıyorum ben, Zurna da tanışıp, işi gerçek hayata dökmeye karar verince ikisi de hayal kırıklığına uğramış, sonra bir bıçaklama durumu mu ne olmuştu. Bir dip not daha düşeyim, Zurna nedir diye soracaklar için, Zurna bir zamanların en favori chat odalarından bir tanesi, bugün 30-35 yaşlarında olan nesil için bir zamanların facebook uydu diyeyim. Şimdi o zamanlar, bu haberlere sık rastlamak olasıydı, çünkü ülke daha önce hiç karşılaşmadığı bir kavramla, yani 'sanal dünya' ile karşılaşmıştı. Sanal dünya denen kavram, daha sonra Digimon ile 10 yaşındaki çocukların bile kanıksayabileceği bir şeye döndü ama ilk zamanlarda baya baya öcü gibi görünüyordu oradan. Televizyonlarda abartılı bilgisayar başında ölüm haberleri, bilgisayarların aslında birer uyuşturucu görevi gördüklerini yayımlayan gazeteler, reality show lar, sözümona eğitimciler, vs. Ülke gençliği, daha önce hiç karşılaşmadığı bu dünyanın içine sonuna kadar girmek istiyor, '80 darbesiyle gençliğinin en güzel yerinde anarşi, kaos, terör ve ölümle tanışmış olan nesil ise, çocuklarını bu dünyadan alabildiğine uzakta tutmaya çalışıyordu. İşte yasağın getirdiği underground kültür, zamanın gençliği üzerinde zaten deforme olmuş ilişki/beraberlik kavramıyla çatışınca, biribirini besleyen bir dalga oluşuyordu. Çocuklarını geri çeken aileler, bilgisayar yasaklarıyla büyüyen bir nesil, olmayana sahip olanın elde ettiği karizma. Evindeki üstünde elişi örtülü bilgisayarı açıp 56k modemle nete bağlanabilmek için ailesinin misafirliğe gitmesini bekleyen çocuklar, ertesi gün okulda 'icq dan abimle konuştuk dün akşam, süper bir şey ya' diye hava atan veledin karşısında ne yapsın? 13 yaşında kafan bu kadar çalışıyor ki 'sizin bilgisayarın şifresini bana verseneeee' diye çok bir bok bildiğini göstermeye çalışıyorsun, hayır karşıdan gelen cevap da 'yok yaaaaa, sen beni ne sandın oluuumm' olunca, acaba verseydi ne yapacaktı o kodu, bilgisayarı açtığın zaman NFS2 ya da FIFA 99 oynuyorsun en fazla, klavyenin girişi yerinden çıksa da bilgisayar açılmasa çöktü dersin, zaten bir bilgisayarın içinde düzinelerce şifre olduğu için hangisi olduğunu nasıl anlayacaktı gibi konuları hiç düşünmemiş olan diğer taraf arasında böyle bir konuşma vuku bulabiliyor.Bilgisayar, sanal dünya ile iletişimi bu şekilde olan bir çocuğun, bunu bir iletişim aracı olarak kullanması da hastalıklı oluyor pek tabii.
Benim ilk mail adresim, Lise-2 deyken oldu. Osman diye fırlamanın önce gideni bir çocuk vardı, o bana almıştı mail adresini. O kadar garibime gitmişti ki, mail gönderirken maile ek olarak resim koyabildiğimi de keşfedince, olur olmaz millete resimli mailler gönderiyordum, mesela hoşlandığım bir kız vardı, ona maille uçan cadı resileri yollamıştım, onun mail adresi de ona benzer bir şeydi çünkü. Msn den titreşim göndermek, ne kadar boktan smiley varsa hepsini kullanmak falan. O yıllar için bunu biraz normal karşılayabiliyorum, benim teknolojinin gerisinde bir adam olmamı saymıyorum zaten. Ancak bunun halen daha aynı olması, hastalıklı bir büyüme göstererek özellikle '90 sonrası nesle bu derece sirayet etmesi korkutucu gerçekten.
Facebook denen zırvaya bakın. Türkiye merkezli kullanıcıların yaş ortalamasına bakın, hepsini geçtim kullanım amacına bakın. Twitter denen ne idüğü belirsiz şeye bakın. Attention whore denen kavramın hayattaki yansımalarına bakın. Kendini pazarlayan, etini satan liseli kızlar, akıl yaşı 15 inden sonra büyümeyen yüz binlerce gencin uğraştıkları şeylere bakın.
devamı diğer post ta...
Satırbaşları//
-Bariz bir şekilde yürümemi zorlaştıran bel ağrılarım, bugün itibariyle geçmeye yüz tutmuş durumda. İçinize bir kazak giyerek ve yatmadan önce bir atkıyı belinize dolayarak sıcak kalmasını sağlarsanız, pek sorun etmeye değmez.
-Az önce ulusalcılık, milliyetçilik, milliyetçi sol gibi başlıklarda gezerken, görsellerden ateizm konusuna eklenmiş bir kaç görsele geldim. Fikirlerin her zaman yüksek sesle söylenebilmesinden yana birisi olarak, bu özgürlüğe neden bu kadar çok karşı çıkıldığını anlayabiliyorum ama default art niyetli birinin bu resimlerden çıkarabileceği anlamları görünce, bir kez daha hakkaten lan! diyorum içimden.
-Master üzerine bildiğin seri yazdım, inşallah okuyan birisine yardımcı olur ama ben daha vize alamamışken bu yazdıklarımın ne kadarı doğrulanmış oluyor, merak ediyorum hakkaten.
-Joshua Radin in son albümü The Rock and the Tide güzel olmuş. Dinleyin, dinletin. Farklı bir şey vaad etmiyor ama güzel işte.
-Geçen gün Buşra ile Kadıköy e gittik. Dunia nın balkonu baya güzel olmuş, üstünü kapatmışlar falan. Bana eski Camel getirmeyi unutmuş ama olsun, mentollü Marlboro su da güzeldi. Yemişim Camel i, Buşra geldi işte diyemiyorum, çünkü hakkaten baya umutla bekliyordum o paketleri ama iyi oldu bu kızın da gelmesi. Saat farkından nevrim dönüyordu. Bu arada dikkat ettim, Birol Buşra değil de Büşra diyor. Bu da dip not olsun. Herzlich Willkommen Busra!
-FM 2011 bariz karışık olmuş, oynamak zorlaşmış demiyorum da, oynamak daha uzun sürüyor artık. Bir pencereden diğerine geçmeden önce, bir ton şeye bakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu menejerlerden kurtulmak için de Genie Scout u beklemek lazım. Zaten hayatımız beklemekle geçiyor. O da aradan çıkar işte, iyi olur.
3 Kasım 2010 Çarşamba
Nedenleri Anlamak
Sonra uyanıyorsun. Kabus, karabasan gülüyor sana karşıdan. Kalkıp o iğrenç yüzüne yumruğunu gömmek istiyorsun, gözlerini yuvalarından söküp avuçlarında parçalamak istiyorsun kaderin. Yüzünün derisini yırtmak, dişlerinle parçalamak istiyorsun. Kolların bağlı, ayakların bağlı. Göğsünden dışarı fırlayacak kalbin, ipleri kopartamıyorsun.
O sana gülüyor oradan. Kahkahalarla. Öldürmüyor.
Anlayamıyorsun.
Yutkunmak
Nefes alamıyorsun.
Yılların, senden çaldıklarını yüzüne vuruyor, geleceğin seninle alay ediyor.
Vize yok. Hayaller yıkık. Torbanın içindeki kedi, dibe iniyor. Torbanın içindeki hava bitiyor. Yutkunamıyorsun.
19 Ekim 2010 Salı
Shine on

Uzun zamandır bir şeyler karalamadım buraya. Vizenin reddedilmesi, planların tekrar yapılması, Merve karısının iftirası falan derken zaman geçti gitti. Yarım kaldı çoğu şey, tamamlamak da elimde değil bir kısmını.
Evet, vize reddedildi. 27 Eylül gibi gelen cevapta, standart bir red metni vardı, 6.5 hafta beklettikten sonra gelen bu cevap, işleri baya bok etti anlayacağınız. Neden belirtmemişlerdi ama konsolosluktaki o karının bir bok yemesi olabilir. Ya da olmayabilir. Her neyse çok şey aksadı bunun yüzünden işte. Almanca kursunu bir ay ertelettik, sigortayı bir ay ertelet ve en kötüsü, bu kez geleceğinden emin olmadan bir bekleme daha. Bu seferki pek uzun sürmedi, ayın 5 inde bir randevuya gitmiştim, yarın ( ayın 20 sinde) gelecek pasaport. Bakalım bu sefer ne olacak içinde.
Garip bir anafora kapılmış gibi düşüncelerim. Vize? Cevap? Yolculuk? Askerlik?
26 Eylül 2010 Pazar
Revelry
you know i'm a dancing machine
with the fire in my bones
and the sweet taste of kerosene
i get lost in the night
so high don't wanna come down
to face the loss
of the good thing that i have found
in the dark of the night
i can hear you callin' my name
with the hardest of hearts
i still feel full of pain
so i drink and i smoke
and i ask if you're ever around
even though it was me
who drove us right in the ground
see the time we shared
it was precious to me
but all the while
i was dreamin' of revelry
gonna run baby run
like a stream down a mountainside
with the wind in my back
i wont ever even bat an eye
just know it was you all along
that had a hold of my heart
but the demon and me
were the best of friends from the start
so the time we shared it
was precious to me
all the while
i was dreamin' of revelry
dreamin' of revelry
and i told myself,
oh the way you go
it rained so hard,
it felt like snow
everything came tumbling down on me
in the back of the woods,
it was dark as night
palest pale,
of the old moonlight
everything just felt so incomplete
dreamin' of revelry
dreamin' of revelry
dreamin' of revelry
dreamin' of revelry
Kings of Leon // Revelry
17 Eylül 2010 Cuma
Master // Part 5
Auf Wiedersehen

Master // Part 1
Master // Part 2
Master // Part 3
Master // Part 4
Almanca
11 Eylül 2010 Cumartesi
Vergangenheit
yalnızlığımda, kurtuluş olmadan.
senin düşüncelerin yağan yağmurda
ve sen biz tanışmadan önceki gibi hissediyorsun.
şimdi seni seven tek adamı suçlamaya zorlayan acıyı görüyorum
evet, kimse bana bu kadar yaklaşamamıştı.
hayret sana izin verdim.
ileri geri
düşüncelerim gidip gelirdi
kurtuluşumu ararken.
bilmelisin
gitmene izin vermeliydim.
şimdi ve sonsuza dek,
ulaşamayacağın yerdeyim.
şimdi hepsini görüyorum
hemen önümde
küçük hikayen.
rolüm sayfadaydı,
senin trajedinde oynamayı reddettim.
vicdan azabı hissetmiyorum
sen kendininkiyle uğraşırken.
bu aralar nasıl hissedyorsun kendini?
evet, kimse bana daha çok yaklaşmamıştı
bana ihanet ettin.
bu yüzden geçmiş zamandaki
düşünceler,
tartışmalar,
alınganlıkların
tek sonucu
matemindeyim,
gelen ve giden aşkın.
hala gerçek bir beyfendiyim.
asla acımasız ve asla zalim değil
sadece iyimserim asıl istatistikler hakkında.
bir numarada dik durmak var
çünkü asla hiçbir şeyi kişisel almadım.
inan bana
kadınım, kadınım
gitti
ve ben sadece ilerlerim.
dil bilimci, bu yapımcı,
bu oyuncu
acıdan ve travmadan kalıplaşmış.
bir dinleme görevindeyim
sezgiyi, şimdiye kadar yaptığım her şeyden fazla.
asla saklı tutmam.
saklanmayacağım,
günden güne uyanıp
bununla yüzleşeceğim.
esasını bilmeye ihtiyacın var.
...ulaşamayacağın yerdeyim.

12/09/09
fade out
10 Eylül 2010 Cuma
Master // Part 4
b. Ülke Seçimi
Diyelim ki, parayı bulduk bir yerden. Not ortalaması ve referans işlerini de hallettik. Sıra geldi okulu ve ülkeyi seçmeye. Herkesin hayalinde belirli ülkeler vardır, bizim Efe için bu İskoçya dır, Buşra için İtalya ydı, şimdi San Fransisco olmuş. Neyse işin geyiği bir yana, ' Avrupa olsun da ne olursa olsun ' mantığı dışında, herkesin aklındaki ülke aşağı yukarı bellidir. Ama ülke seçerken de birkaç kıstasın göz önüne alınması gerekli;
Mesleğiniz içindeki uzmanlaşma, ülke seçimi için etkilidir. Gemi İnşaatı için konuşursam, dizayn için İtalya ve İsveç öne çıkarken, saha ve planlama için Almanya ve İngiltere daha ağır basmaktadır.
Her ne kadar AB içerisinde bir birliğe sahip olsalar da, bunlar yine de biribirinden çok farklı ülkeler. Yaşam standartları biribirine yakın olabilir ama yaşam tarzları, günlük alışkanlıkları ve en önemlisi çalışma disiplinleri arasında çok büyük farklılıklar vardır.
İngiltere, AB üyesi olmasına karşın, Schengen ülkesi değildir. Vize konusunda çok farklı bir prosedüre sahiptir ve eğitim orada bir sektördür. Aşağıda, Gemi İnşaatı bölümüyle alakalı bazı üniversitelerin isimleri ve yıllık ücretleri bu ufak bir fikir verebilir.
-MSc in Maritime Operations - Liverpool John Moores University
Marketing and Admissions Unit, Room 529 School of Engineering
http://www.ljmu.ac.uk/courses/postgraduate/59689.htm
IELTS: 6.0 - £9,790 (09/10)
-MSc Maritime Logistics And Supply Chain Management - Heriot-Watt University
School of Management and Languages IELTS: 6.5 - £11,500 (09/10)
http://www.postgraduate.hw.ac.uk/course/302/
-MSc in International Maritime Studies: Ship and Shipping Management.
Southampton Solent University - Faculty of Technology
http://www.solent.ac.uk/courses/postgraduate/int_maritime_studies_shipping_management/course_details.aspx - £8,695 (09/10), IELTS: 6.5 / TOEFL: 100IBT
-MSc in Technical Management of Ship Operations - University of Strathclyde
Naval Architecture & Marine Engineering
http://www.strath.ac.uk/na-me/postgraduatestudies/technicalmanagementofshipoperationspostgraduate/ - £11,465.00 (08/09)
-MSc in Marine Policy - Cardiff University
Cardiff Business School
http://courses.cf.ac.uk/postgraduate/course/detail/454.html - £12,790 (10/11)
-MSc in International Shipping - University of Plymouth
- Plymouth Business School, Faculty of Social Science and Business
http://www.plymouth.ac.uk/courses/course.asp?id=2372&al=2 - £10,000 (09/10)
-MSc Shipping, Trade and Finance - City University
Cass Business School - £20,500 (09/10)
http://www.city.ac.uk/study/courses/business/shipping-trade-finance-msc.html
http://www.cass.city.ac.uk/masters/courses/mscstf/index.html
-MSc in Maritime Operations and Management City University
School of Engineering and Mathematical Sciences
http://www.city.ac.uk/study/courses/engineering-maths/maritime-operations-management-msc.html £9,950 (09/10)
http://www.city.ac.uk/sems/postgrad/index.html
-MSc Marine Transport with Management - Newcastle University
School of Marine Science and Technology - £13,360 (09/10)
http://www.ncl.ac.uk/postgraduate/taught/subjects/martech/courses/280
Bu linkte de İngilter Loydu ( Lloyd ) nun, genel anlamda 'Gemicilik ve Denizcilik' alanında eğitim veren okulların bir listesi ;
http://www.informaglobalevents.com/division/lloyds-maritime-academy
Bu okulların kalite ve fiyat olarak sıralamaları ise;
Kalite sıralaması:
MSc in Marine Policy - Cardiff University
MSc Marine Transport with Management - Newcastle University
MSc in Technical Management of Ship Operations - University of Glasgow
MSc Shipping, Trade and Finance - City University
MSc in Maritime Operations and Management - City University
MSc in Maritime Transport and Logistics – Heriot & Watt University
MSc in International Shipping - University of Plymouth
MSc in Maritime Operations - Liverpool John Moores University
MSc in Int. Maritime Studies: Ship and Shipping Management, SSU
Fiyat sıralaması:
MSc Shipping, Trade and Finance - City University £20,500 (09/10)
MSc Marine Transport with Management - Newcastle University £13,360 (09/10)
MSc in Technical Management of Ship Operations - University of Glasgow (09/10)£12,350
MSc in Marine Policy - Cardiff University £12,060
MSc in Maritime Transport and Logistics – Heriot & Watt University £10,545 (08/09)
MSc in International Shipping - University of Plymouth £10,000 (08/09)
MSc in Maritime Operations and Management - City University £9,000
MSc in Maritime Operations - Liverpool John Moores University £8950 (08/09)
MSc in Int. Maritime Studies: Ship and Shipping Management, SSU £8,495 (08/09)
Ancak ne olursa olsun, eğer bir karar verdiyseniz ondan vazgeçmeyin.

Enttäuschung und Post Rock
Post rock ın, 20. yüzyılın klasik müziği olduğu algısına katılmamakla beraber, Hip-hop ve R&B nin ele geçirdiği son yüzyılımızda, alternatif bir kültür olarak son derece fazla sayıda taraftar toplaması güzel bir şey. Hani '90 ların grunge ı, 2000 lerin boktan nu-metal i gibi birşey, ama çok daha fazlası. Bunun en büyük nedeni de, parçaların çoğunda söz olmaması. Mağazadaki mankenlerin çoğunun kafasının olmaması, giysiyi üzerinizde hayal etmenizi sağlayan akıllıca bir satış stratejisi ise, post-rock ın tınıları arasına kendi hikayenizi yerleştirebilmeniz de, onu çekici kılan en büyük unsur.

gökyüzü yeniden paganlar bu dünyadan silinmeden önceki günlerdeymiş gibi büyülerin dilini unutmamış olsaydı, duvarlardaki deliklerden gaybın içine açılan gerçek evlerimize geri dönebilirdik. sarhoşluk iyi gelebilirdi, çekip gitmeyi düşünmek iyileştirici olabilirdi yeniden
9 Eylül 2010 Perşembe
Master // Part 3
Evet, paranın ne kadar önemli olduğundan bahsettik. Şimdi elimizdeki seçeneklere devam edelim.
2. Okul / Ülke
a ) Kabul
Kabul almak, her zaman için zor bir iştir. Çünkü sizin gibi düşünen yüzlerce, hatta binlerce öğrenci daha var. Onların önüne geçmeniz için, fazladan özellikleriniz olması gerekmektedir.
Bir kere şunu en baştan söyleyeyim. Başvuruya gittiğiniz zaman göreceksiniz ki, sizin önünüzde ortalaması 4.0 olan bir sürü öğrenci var. Bölüm çok uçuk olmadığı sürece farketmez, not konusunda mutlaka geride kalacaksınız. (Ortalamanız 4.0 ise, zaten çoktan davet almışsınızdır, kabul başvurusuna gerek kalmadan) Bunun nedenei şu. Her ne kadar Türkiye nin eğitim kalitesi düşük olsa da, emin olun beterin beteri de bulunmakta. Orta Asya dan ve Güney Doğu Asya dan ki bunların arasında Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Endonezya, özellikle Hindistan ve Çin, Vietnam, Filipinler gibi ülkeleri sayabiliriz, çok büyük bir öğrenci dalgası olmaktadır her sene. Hindistan ve Çin in nüfusunun toplam 2.5 milyar olduğunu ve toplamda iki bine yakın Teknik Üniversite den onbinlerce öğrenci geldiğini düşünürsek, 4.0 not ortalaması olan binlerce öğrenci ile karşılaşmak durumundasınız. O yüzden ' Benim ortalamam 3.5 yarın Delft te başlıyorum diye bir düşünceniz varsa, pek uzun süre kalmayacaktır aklınızda '
Ama bu adamlar geliyor diye hemen ümitsizliğe düşmemek gerek. Her ne kadar not ortalaması, etki edemediğimiz bir madde ise de, hala bize bağlı bir şeyler var. İşte burada da işin içine referans ve iş tecrübesi girmekte ve şahsi tecrübelerime dayanarak söylemeliyim, etkleri çok daha fazla olmaktadır.
Referanslar iki bölümde incelenebilir. İşyeri ve okul olarak. Okuldan referans almak, ancak okulunuzda biraz yurtdışı tecrübesi olan ve ismi çok da yabancı gelmeyen bir öğretim görevlisinden ( tercihen profesör ) alınırsa işe yaramakta. Yani, pek akademik ve araştırma tecrübesi olmayan yeni bir profesörden alınan bir referans, hemen hiç etkili olmamaktadır. Bu yüzden bölüm başkanları, dekanlar veya bizzat halen mesleğine aktif mühendis olarak devam eden öğretim görevlileri çok daha etkilidir. İşyeri referansları, mutlak suretle alınmalıdır. Aynı anda hem referans, hem de iş tecrübesi kanıtı olarak geçtikleri için, hiç de iç açıcı görünmeyen bir başvuru formunu bile bir anda en ön sıraya geçirebilmektedir. Tercihen büyük bir firmanın yetkililerinden alınmalıdır.
Bu konuda kişisel bir anektodumu anlatmak isterim. Konsoloslukta, görüşme sırasında tanıştığım bir öğrenci, 3.2 civarı bir ortalama ile Bilkent Elektronik ten mezun olmasına rağmen, Stuttgart tan zor kabul aldığını, bazı arkadaşlarının 3.5 üstü ortalama ile Almanya daki okullardan kabul alamadıklarından bahsetti. O yüzden elinizdeki not ortalamasını iyi referanslarla desteklemek veya tamemen referanslara yönelip sağlam bir iş tecrübesi yapmak, kabul almak konusunda önemli
Master // Part 2
Çoğu mühendislik dalı, Yüksek Lisans konusunda ortak yabancı dil olan İngilizce eğitim veren bir Yüksek Lisans imkanına sahip durumda. O yüzden Avrupa için, herhangi bir mühensdislik mezununun okul bulamaması gibi bir sıkıntı olmuyor pek. Ancak Gemi İnşaatı gibi spesifik bölümlerde, o da bazı ülkelerde çıkıyor bu sorun, mesela bende çıktı (Almanya). Ama mesleğin kendi içerisindeki dallaşmasını göz önüne alırsak, zaten ülkeler kendi kendilerini eliyorlar. Neyse buna bir kaç post sonra özellikle değinmeyi düşünüyorum.
Yurtdışında Master için her bölüm için ortak düşünülmesi gereken maddeler aşağı yukarı şöyle;
1. Para
Her zamanki gibi para en önemli mevzu. Buradan bakınca öyle görünmüyor ama, Türkiye Avrupa nın bir çok ülkesinden çok daha ucuz bir ülke. Hatta en ucuzlarından birisi diyebilirim, gelir durumumuzun daha iyi olduğu Bulgaristan gibi ülkelerde Yüksek Lisans yapmak isteyenler ise, hiçbir sorunla karşılaşmaz, gidin, başvurun anında kabul alırsınız. Neyse, demek istediğim şu, orada harcayacağınız para, emin olun burada harcadığınız paranın çok çok üstünde olacaktır. Kira, yeme/içme, ulaşım gibi zaruri giderlerin yanında günlük yaşamda harcayacağınız her 5 lira, size orada 10 € olarak belirecektir. En basitinden bir paket sigaranın değeri burada 6 lira iken, orada 10 € ya kadar çıkabilmektedir.
Tabi gittiğiniz ülke, ülkenin içerisindeki bölge, şehir, evin durumu, arkadaş çevresi gibi çokça faktör bunu etkilemektedir. Almanya için birkaç bilgi vermem gerekirse, 250 € civarı bir paraya, Duisburg da 1+1 şeklinde çok güzel bir daire kiralanabilirken, aynı kalite bir evin kirası Hamburg da 400 € ya çıkabilmektedir, tabi bu fiyatın içine elektrik, su, ADSL, doğalgaz dahil. Telefon yok) Yeme/içme giderleri ise, yine Almanya için aylık 100 € civarı bir miktarda dolanmaktadır. Buna ulaşım ve olabilecek ufak giderleri de kattığımız zaman, Hamburg için 650-700 € civarı bir miktar karşımıza çıkmaktadır ki bu, normalin üstünde bir hesaptır.

5 Eylül 2010 Pazar
Master // Part 1
Türkiye de Gemi İnşaatı yani Tersane piyasası, aslında Yüksek Lisans ı zerre sallayan bir piyasa değil. Hatta buna bir noktada, Türkiye deki Ağır Sanayi sektörünü de komple katabiliriz. Türkiye de bir mühendisin, eğer Türkiye içerisinde çalışacaksa Yüksek Lisans yapması, ona pek de ahım şahım bir ekstra özellik katmıyor. Çünkü Türkiye deki sanayi üretiminde, mühendislik çoğunlukla 'insan yönetimi ve iş bitiricilik' üzerine kurulmuş durumda. Yani Yüksek Lisans sırasında alacağınız ileri düzeyde teknik eğitimi hemen hiç kullanmayacaksınız. O yüzden 'Ben yüksek mühendisim, ben o işi yapmam, banane' gibi bir tavır içerisine girerseniz, elektrotları bir tarafınızdan çıkartırlar, hiç bulaşmayın.
Sanırım ana fikir anlaşılmıştır. Eğer mühendisseniz ve yurt dışında yüksek lisans yapmak istiyorsanız, meslek hayatınızın en zor mücadelesine girdiğinizi unutmayın. Çünkü bu, sadece teknik ve mesleki değil, kültürel cephesi de olan bir savaş

Ich bin zurück
Son 2 ayda ne oldu, valla çok boş geçti bu yaz. Zaten tersaneye gitmediğim için, vücut kimyasında bir gariplik oluyor bu mevsimde ama yapacak hiç bir şey olmadığı için daha da beter oluyor. Vize işlerini hallettim, bir tek pasaportun gelmesi kaldı, bugün 17. gün, en azından 1 hafta daha var. Belki birisinin işine yarar diye bu yırtdışı macerasını yazıcam, bu işlemlerin nasıl sürdüğü konusunda birinci ağızdan cefa dinlersiniz siz de.
Maynard ın outro suyla bitireyim. Peace. Out
15 Temmuz 2010 Perşembe
ölüler dans edemezmiş..

ölüler dans edemezmiş..
hiç de bile.. kuleden aşağıya hızla çakıldım.. bir tek sendin gören.. her dokum çıyanlarla kanka olmuş.. tabiat ananın kıçına parmak atmaktalar..
ölüler dans edemezmiş..
külliyen yalan.. ben tanrıları kovdum işten son delirişimde.. hangi tatil kasabasındalar onlar şimdi bilmiyorum ama bütün iblisler beynimde devrim yapıp topluca sevişmeye başladı..
ölüler dans edemezmiş..
siktirsinler ordan.. mezar taşıma “götün tekiydi” diye çiviyle yazdıklarında oluşan melodi bi tek bana dokuz-sekizlikti.. küfür eden her hücremin pipisini yakarak terbiye etmeye kalktılar utanmadan..
ölüler eğlenemezmiş..
ahlak yoksunu gerzekler..bizdik ulan eğlence olsun diye yaz sıcağında bulutlardan aşağı tükürüp sizinle dalga geçen..yağmur dualarınızın hepsi tozlu bir kolinin içindeki kasette kayıtlı..
ölüler hissedemezmiş..
bak işte bu doğru.. senmişsin benim bütün kilisem/kabem.. tanrı senin misafirinmiş aslında benim değil.. dualarım kabul olmuş haberim yok.. bana sarılsana dediğimde seni göndermesi tesadüf değilmiş..
son joker hakkımı kullandım az önce..
ne deri, ne de kemik.. hiç bişeyim yok nihayetinde..
ayak altına aldım tüm denklemlerimi, bana acıyıp yardım eder misin?
istediğim sadece bi kürek..
hepsini bi kenara atıp beni çıkarmaya gelir misin?
by anhedoniac
Incoming
8 Temmuz 2010 Perşembe
Alice in Wonderland

i invite you to a world where there is no such thing as time
and every creature lends themself to change your state of mind
and the girl that chase the rabbit drank the wine and took the pill
has locked herself in limbo to see how it truly feels
to stand outside your virtue
no one can ever hurt you
or so they say
her name is alice
she crawls into the window
through shapes and shadows
alice
and even though she is dreaming, she knows
sometimes the curiosity can kill the soul but leave the pain
and every ounce of innocence is left inside her brain
and through the looking glass we see shes painfully returned
but now off with her head i fear is everyone's concern
you see there's no real ending
it's only the beginning
come out and play
her name is alice (alice)
she crawls into to the window
through shapes and shadows
alice alice
and even though she is dreaming
she's unlocked the meaning for you
this kingdom good riddance
her freedom and innocence
has brought this whole thing down
her name is alice
she crawls into to the window
through shapes and shadows
alice
and even though she is dreaming
shes unlocked the meaning
shes unlocked the meaning for you
in contrary was what it is it wouldn't be
and what it wouldn't be it would
you see
3 Temmuz 2010 Cumartesi


sabahları geç kalkmaya başladım bir kaç gündür. aslında hiç uyumuyorum desem yalan söylemiş olmam, kahveyi azaltmama rağmen, sabahı buluyorum bazen. hani yapacak bir şeyim kalmadı, her zamanki planlarımı yapmak dışında. okul bitti, yani ben öyle sanıyorum, güzel üniversitem 'güzel abim senin ne işin var almanya larda, gel bak, yıllar önce almadığın bir ders var burada, ibneliğine saklıyorduk biz onu, gel sen bir sene daha bizle takıl' demezse, diplomalı bir gemi mühendisiyim şu anda. koskoca dört (çaktırma) yılın ne zaman geçtiğini anlamak zor, hani daha dün gibi beşiktaş ta kaydı yaptırıyorduk pederle beraber. zamanın çetelesini tutmak, civayı avuçlamaya benziyor. saatin işi yok derdi bir arkadaşım, kaç zaman oldu görüşmüyoruz. en son hatırladığımda hastanede başında bekliyordum. bir orospu çocuğu malta köşkünün altında üstünden geçmişti. ailesi günlerce başında bekledi ama komadan çıkamadı. seni unuttum sanma harunum, orada yatmayı sana yakıştıramıyorum sadece. dolanıyorsun hala buralarda...geçen gün üsküdar a geçerken, hiç adetim olmamasına rağmen üst kata çıktım. sigara içilmesi yasaklandığından beri üst katın pek çekiciliği kalmadı, iki etek görürüm diye doluşan abazanları ve onlardan ego tatmini yapan dişi varlıkları gördükten sonra aşağı inecektim, başbükün üstünde vardavelaya yaslanıp durdum. insanın pek zamanı kalmayınca, oturup geçmişi çok daha fazla düşünmeye başlıyor. benimki gibi biraz hasta bir zihniniz varsa, geçmişe dair çok fazla şey hatırlıyor, buna da şaşırıyor. her anını hatırladığım onlarca olay, aklımın içinden ışık hızıyla geçti ve gitti. yarını düşünmeye çalıştım, kontrol edemediğim çok fazla etmen vardı. her zamankinden fazla. bir arkadaşımın dediği gibi 'yürüyeceksin veya yürümeyeceksin. hepsi bu' ben de geleceği düşünmeyi bırakıp, geçmişin muhasebesini yapmaya devam ettim.
eski moda bir adamım ben. ya da ben öyle düşünüyorum. en yakın arkadaşıma sorsam 'güvenilir' demişti bir keresinde, pedere göre 'entel dantel' (sakaldan), valideye göre 'büyük kızım' (saçtan), dedeme göre 'hee aferum oğul', eski sevgilime göre 'takıntılı manyak, ', arkadaşlarıma göre 'efendi adam'. çok egoist ve kendini beğenmiş bir giri oldu galiba. herze eksileyecek büyük ihtimalle, eksileyeceğinden emin olduğum bir kaç kişi daha var aslında. birkaç eksiyi kafaya takmaya gerek yok, zaten umursamadığım birkaç şeyden birisi o. 'takıntılı manyak' doğru bir tabir olabilir aslında, en azından takıntılı kısmı. dedim ya, eski moda diye. önemsediğim, dikkat ettiğim şeylerden takıntılı olduğum çıkıyor. benim önemsediğim şeyler önemsiz, önemsiz bulduklarım da hayatın anlamı oluyor, nedendir bilinmez. daha bugün vela ve captain cenk sparrow la bunu konuştuk caddebostan da. eskide kaldı demişti velam, her bok bayağılaştı artık, tuvaletle mutfak arasında boru vazifesi görüp skinin doğrultusunda yaşayınca mutlu oluyorsun. orda bir ufak canımı yaktın ama, hala düşüncem değişmedi abi. insanın kendisine saygısı olması gerek, tek kullanımlık ped olmayı kabul etmedim diye mutsuz olacaksam, pek de kötü bir şey değil bu.
birkaç gündür kafam güzel geziyorum etrafta. dedim ya, yarını planlamayı bıraktım artık, 23 yıldır yaptığım o planlar herhalde birkaç yıl beni idare eder, biraz şarj etmem gerek şu yukarıdakini. hayat mı? her zamanki gibi işi yok ve her zamanki gibi ilerliyor. yontuyor, törpülüyor, seni şekil almaya zorluyor. ama elinden geldiğince dik durmalı insan. adamlıklarını siktiklerim, haysiyetlerini siktiklerimle hayatlarını gün ederken, iki tık la bir kız düşürüp, peşinden koşmanı sağladığında etrafta 'erkek' diye gezebiliyorsan ve bütün bunların yanlış olduğunu, hala bir yerde 'düzgün' bir şeyin kaldığını söylediğinde, peşinen acıyı sepetine atıyorsan, pek bir anlamı kalmamış demektir. gitmek gerek bu evden, bu şehirden, buralardan. odamın duvarlarında beni kovalayan hayaletlerden kurtulmam gerek.
ve fonda çalıyor;
looking beyond the embers of bridges glowing behind us
to a glimpse of how green it was on the other side
aynaların olmadığı bir dünyada yaşamış olduğunu farzet. yüzünü düşleyecektin. yüzünü sendeki bir şeyin bir tür dışa yansıması gibi tasarlayacaktın. ve sonra sana 40 yaşlarında bir ayna verildiğini düşün. ne biçim bir dehşete düşerdin biliyor musun? bütünüyle yabancı bir yüz görecektin...
27 Haziran 2010 Pazar
Duvardaki Çizikler
Bazı yazılar başlıksız olmalıdır. Bu onlardan birisi olabilir belki. Bazı yazılar aslında hiç olmamalıdır. Yazılmamalıdır, lafları bile geçmemelidir. Akıldan geçtiği anda silinip atılmalı, üstlerinden geçilmelidir.
25 Haziran 2010 Cuma
Kedi


Mesafeler

İki insan arasındaki mesafe, evrendeki en uzun ve en kısa mesafedir. Kestirebilmek mümkün ama aşabilmek bazen mümkün değil.

24 Haziran 2010 Perşembe
Anlat Bana

23 Haziran 2010 Çarşamba
Jade

gave back all the lights and glitter
wrong track again and again is stings
wish you all could feel like this
12 is for the reason of regret
9 is for the pain that i'm caused
will strife ever cease? someday...
fuck this mind that is made to hate
complete the task of humility
restrained from who they want me to be
that's what they want me to be
that is not quite good enough for me
fuck you and your thoughts on me
fuck you and your thoughts of me
fuck you how can i not be me
fuck you i will never let you take me
i will never be that good little one
i can never see what is so good about life
i can never change just who i am or what is i think i am doing
my hands fell down now i know i failed
you were not there to pick up the waste of this pathetic tale
maybe i should just end all this right here
would you like that?
maybe you could cope knowing that you all have succeeded
i am staying here to betray all of you
never failing me again
cut a little...it bleeds slowly can you see it ooze?
i'm going to save me
my eyes turn the color jade
i look at everyone around me
i am so sick of this place
anyone and anything makes me sick
i just want to end it all
i return to my room walls white with black shades
oh how would red look?
the reasons are not for your ears
the feelings are not for your heart
i circle in tears wishing, hoping, dreaming
can i find a way out besides this?
i need it
i want to be where you are
i miss you